World News

ARJANTİNLİ BLANCO VILLALT: GAZİ MUSTAFA KEMAL FEVKALADE BİR İNSANDI…

Arjantin'in Eski Türkiye Büyükelçisi Blanco VILLALTA 1973’te, Cumhuriyetin ilanının ellinci yılının kutlanması sırasında, Arjantin Hükümeti beni Delegasyon Başkanı olarak yaptığı konuşmada:
“Hiç umulmadık koşullar, şimdi uzakta kalan 1930 yılında bir gün, hayatımda çok büyük yer tutacak olan ve seçtiğim bir vatan olarak sevdiğim Türkiye'ye beni getirdi.Gazi Mustafa Kemal’in biyografisi "Atatürk" adlı ilk kitabımı yazmak cesaretini gösterdim. Gazi'den yana ve ona karşı kaleme alınan, verdiği ve yazılarak kayda geçen bütün demeçlerini okudum. 1938 yılının Kasım ayında, gazeteler onun ağır hastalığının ilerlediğini bildirirlerken, ben de kitabımı bitirmek üzereydim. Pek tabii ki bu büyük adamın ölümü bende çok derin bir acı uyandırdı. Çok garip olan, ölümünden birkaç ay sonra Atatürk hakkında ilk olarak yayımlanmış olan biyografimin Türkiye'de bilinmemesidir.

Arjantinli olmakla beraber eski bir İspanyol ailesinden geliyorum ve annem tarafından da memleketimin ovalarının Kızılderililerinin kanını taşıyorum. Niyetim babamdan ve dedemden intikal eden doktorluk mesleğine devam etmekti. Ancak babam doktorluğunun dışında dikkati çeken bir piyanist ve heykeltraş olduğundan büyük bir şöhrete sahipti. Klinik doktoru olarak olgunlaşmak için Paris'te çalışmalar yaparken, Bourdel’in atölyesine de devam etmek şansına erişti. Sonunda biçim güzelliğinde belli amaçlar görmeği elde etti. Bununla beraber Fransız ekolünün eserlerini kopya etmedi, tam tersine elde ettiği teknikten faydalanarak Arjantin bağımsızlığı ve egemenliği için savaş vermiş bir kişi olarak "gaucho" gibi ulusal konuları oluşturan kahramanları, atları işledi.

Kişisel saygınlığı ona diplomatlık yolunda yürümesini sağlamıştı; dolayısıyla annem, kız kardeşlerim ve ben -o zamanlar ancak on bir yaşlarındaydım- Meksika'ya sonra da Norveç'e Macaristan'a daha sonraları da babamın İstanbul'da Başkonsolosluk görevini yürüttüğü Türkiye'ye geldik, O dönemde memleketlerimiz arasında diplomatik temsilcilik bulunuyordu. İdarî memur olarak görev aldığım İstanbul'a Konsolos yardımcısı olarak atandım. Bu benim diplomatlık mesleğimin başlangıcıydı. Bir yıl boyunca babamın bulunmadığı zamanlar Başkonsolosluktan ben sorumluydum.

Türkiye beni, manzaralarının güzelliğinden çok, Gazi Mustafa Kemal gibi fevkalade bir insanın idaresi altında, ulusunun yaşadığı kahramanlık destanıyla ilgilendiriyordu. Onun kişiliği bana çok çekici geldiğinden gerçekleştirdiği bu şan ve şeref dolu olaylar, aydınlık düşünceler üzerinde elimden geldiğince okumaya başladım.

Kendisini şahsen tanımak olanağı buldum, zira henüz pek az Büyükelçilik konutlarını Ankara'da yapmış olduklarından, diplomatik hayatın büyük bir kısmı İstanbul'da sürdürülüyordu. Pek çok defa, çeşitli nedenlerle kabul törenlerine çağrıldık ve oralarda onunla el sıkışmak ve kısa cümlelerle konuşmak heyecan ve onuruna kavuştum. İnsanlara muamelesindeki görkemli sadeliği hiç unutamadığım gibi insanı delip geçen gözbebeklerini, oldukça mavi- açık gri bakışlarını da bir o kadar unutamam. Gözlerini ve bu ölümsüz bakışlarını kim görse bir dehanın karşısında olduğunu derhal anlardı. Bu, zamandan daha öteye varan bir bakıştı. Gözlerine bakarken sanki uzak bir ufku görür gibiydim dersem gerçeği ifade edip edemediğimi bilemiyorum.

Onun çok defa Park Otel'de gece yemek yenilen ve dans edilen bodrum katında görürdüm. Gazi, bazı vesilelerle, masasına dostlarını ve yabancıları davet etmekten hoşlanır ve çok defa da dans ederdi; bu, Batı adetlerinin Türkiye'de dc uygulanmasına hiçbir engel olmadığım göstermenin Gazi'ye özgü biçimlerinden biriydi. Ben dansı Özellikle severim, hele ünlü Arjantin orkestrasının o dönemde İstanbul'u ziyaretinden ötürü "Bianco tongosu" adıyla anılan tangoyu!

Tango yaparken adımlarımı masasının önünden geçerken takip ettiğinden, bu Arjantin dansının gerçek ahengini kapmıştı. Beni daima kısa fakat çok dostane bir gülümsemeyle selamlar ve fırsat çıkınca kısa Fransızca cümlelerle azametsiz bir şekilde benimle konuşur, ben de bir kere daha bakışının büyüsünü hissetmek imkânını bulurdum.

Onu tanımak ayrıcalığına sahip olmayanlar, ölümünden beş veya altı sene önce, asker, devrimci, devlet adamı, yeni bir ulus yaratıcısı bir kahraman olarak başında ışıklı bir hale taşırken dahi onun hâlâ bir insan olduğunu anlamakta güçlük çekeceklerdir. Ancak ölümsüzlüğün ve sınırsız şöhretin yüksek bronz kapılarından geçtikten sonradır ki insan üstü bir varlık olmuştur. Benim için, tanımış olduğum bir kişi olarak, bir insan olarak yaşamaktadır. Büyüklüğü insanlık niteliklerindedir; bir insan ve sadece bir insan olarak, acılara, kaygılara, insani imkânlara rağmen böylesine dev bir eseri tamamlamıştır.

İnsanlar hakkındaki derin hissini şu kehanet dolu cümleyle ifade etmişti:

"Bir gün vücudum toprak olacak fakat eserim-Cumhuriyet- sonsuzluğa kadar yaşayacaktır".
Bütün bu zaman sırasında, fikrimden çıkmayan bir eseri düşünüyordum. Seçtiği yolu bilen ve ona iman eden bir insanın sonsuz güvenini taşıyan, strateji uzmanlığında, devlet adamlığında, devrimcilikte, bir deha olan, ilerici Atatürk'ün gerçek düşünce ve kişiliğini canlı olarak bir kitaba yansıtmaktı. Dünya tarihi onun yanılmadığını kabul etmiştir.”

Son olarak büyükelçi Türk gençleri için şu unutulmaz cümleyi kullanıyor:

“Türk kuşaklarının kitabımda Atatürk'ü bir efsane olarak değil fakat bir deha ve Türklerin sürekli kaderleriyle birleşmiş bir Türk gibi görmeleri kesin arzumdur.”

Читайте на 123ru.net