World News

UNUNU ELEYİP DUVARA ASMIŞSIN ARTIK ÇEKİL KÖŞENE

UNUNU ELEYİP DUVARA ASMIŞSIN ARTIK ÇEKİL KÖŞENE

Daha önceki yazılarımda annemden ve hastalığından bahsetmiştim. Çok şükür öyle ağır bir hastalığımız yok. Çok sık olmasa da epilepsi krizlerimiz gelir, bir de dizlerde kireçlenmeden kaynaklanan ağrılar. Şekerimiz, tansiyonumuz da var ama, onlar benim kontrolüm altında. Tüm bunları düzenlemek adına son iki yılımı tamamen dondurdum. Annemle yatıyorum, annemle kalkıyorum. Beş dakika yalnız bırakmıyorum. 

Tabii bu süreç annemi bir hayli yordu. Kendini tamamen bıraktı. Mutfaktan çıkmayan kadın, mutfağın önünden geçmez oldu. 

Doktorumuz kendi haline bırakın hiçbir şey için zorlamayın dedi. Biz de doktorumuzun tavsiyesine uyduk. Tabii bu durum bir süre sonra Bir tür yaşlılık sendromuna kadar gitti. Ki, yaşı öyle çok fazla değil. 

 

Son bir aydır taktik değiştirdim. Sızlanmalarına üzüldüğümü belli etmiyorum.  Gündüz hiçbir şekilde uyutmuyorum. Evin ufak tefek işlerini yaptırıyorum. Yemek yaptırıyorum. 

İlk iki hafta bana kızdı, küstü, bağırdı, çağırdı. Hiç umursamadan yaptırmaya devam ettim. 

Sonuç mu? Beklentimin çok üstünde gelişmeler yaşandı. Artık kendi kalkıyor. Kahvaltı hazırlıyor beni uyandırıyor. Yemek yapmak için mutfağa giriyor. Gerçi yorulunca yine bana kızıyor ama olsun. Ben onu ayakta görmek için ömrümün tamamını feda edebilirim. 

 

Ülkemizde  “ununu eleyip duvara asmışsın, artık çekil köşene” anlayışı yaygınken, Amerika'da yaşlıların buluşup birbirleriyle hoşça vakit geçirmeleri için kulüpler, dernekler oluşturuldu. 

Orada yaşlıların iş sahasındaki girişimleri desteklendi. Bu arada yaşlıları çeşitli bakım evlerine yerleştirerek onlardan kurtulmaya çalışanlar da vardı tabi. Günümüzde imkânı olan Amerikalı yaşlılar Florida, Güney California gibi yerlerde alt kültür komünler (dışa kapalı geleneksel gruplar) halinde yaşıyorlar. Dönüşüm hızı azıtmış bir dünyaya yabancılaşmaktan korunmak için iyi bir yöntem aslında.

"Dünya sana sırtını döndüğünde kendi dünyanı yarat" ilkesi üzerine kurulu.

Bundan 50-100 yıl öncesine kadar dünyada yaşlılık sorunları ya da çocuklarına muhtaç olma gibi kavramlar yoktu. Yaşlılar her zaman toplumun ve ailenin önemli yapı taşlarıydı. Görmüş geçirmiş halleriyle, bilgi birikimleriyle, hayatın sert hamlelerini yumuşakça karşılama becerileriyle saygın bir konuma sahiplerdi. 89 yaşında ölen oyun yazarı Ernst Ingmar Bergman’ın şu sözü yaşlıların bu durumunu hatıra getirir: “Yaşlanmak, bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.”

Mimar Sinan, ustalık eserim dediği Selimiye camiini yaptığında 80 yaşında idi. Halil İnalcık, yazdığı 72 kitabının, çoğunu 80 yaşından sonra yazdı. Bu örnekler bize gösteriyor ki, yaşlılık dönemi, bir yandan üretim, diğer yandan gelecek nesiller için yatırım dönemidir. 

Eskiden gençlerin yaşlılara ayıracak zamanları hep vardı. Nesilden nesile kültür aktarımı da birlikte geçirilen bu zamanlarda kendiliğinden olurdu. Zaten 'zaman ayırma' diye ruhsuz deyimler de yoktu. İlişkiler öylece akıp giderdi. Yaşam süresi günümüze göre kısaydı. İnsanlar belirli bir yaşa geldiklerinde önce hastalanır ardından hayata veda ederlerdi. Tıp onları daha uzun yaşatacak yöntemlere sahip olmadığından doğal ölünürdü. Hastane köşelerinde sürünmezdi kimse. Ölümden önce azap çektiren, haftalar hatta aylar süren yoğun bakım dönemleri yoktu. Elini tutan, gözlerine sevgiyle bakan birilerinin olmadığı, yalnız, kimsesiz ve duasız tedavi süreçlerine henüz tanık olunmamıştı. Bedene cılız bir hayat verirken, ruhu sıkıca boğan o beton yüzlü cihazların kabloları bilinmezdi. Zaten bedene verilen o hayatın da hayat olduğuna bin şahit lazım. 

 

Hz. Muhammed’in, “Allah’ım! Ömrün, en düşkün çağından sana sığınırım!” duasına bu kadar ihtiyaç duyulacağı tahmin bile edilemezdi.

Çünkü eskiden yaşlılar genellikle dinç insanlardı. Bunama nadirattandı. Alzheimer zaten duyulmamıştı. İstenmeyen yaşlı olmak ne demek, kimse bilmezdi.

Yaşlılık ölümü çağrıştırırdı eskiden. Ölüm ise "Aman Allah korusun" deyip geçiştirmeye çalışılan tabu bir konu idi.

Yakın gelecekte öleceklerini bilen insanları konu eden şu kitap, hayatın hangi döneminde olursak olalım her zamanki gibi devam ettiğini anlatması bakımından da ilginç bir kitaptır.

Adı "Ölüm ve Ölmek Üzerine".

Yazarı Elizabeth Kübler-Ross..

Ölüme yaklaşmış olan hastaların yaşantıları üzerine yaptığı kapsamlı araştırmadan edindiği izlenimleri bu kitapta toplamış. Yaklaşık 10 günlük ömrü kaldığını bildiği halde bir yakınına kızıp intihar eden adam örneğinde olduğu gibi hayata dair pek çok mesaj vardı. İnsan her yerde ve her durumda insan.

Zaaflarıyla...

İnançlarıyla...

Bunun dışında iki şey daha yaşlı yakınlarımızla olan ilişkilerimizde çok işe yarayabilir. İlki yaklaşmakta olan ölümlerinden söz ettiklerinde, konuşmalarını paylaşmanın ya da en azından dinlemenin önemiydi.

İkincisi ise ölümlerinin yaklaştığını sezdiklerinde dolaylı bir şekilde de olsa yakınlarına veda etme arzusu ile ilgiliydi. Yaşlıları anlamayı ve dinlemeyi başarabilirsek kendi yaşlılığımıza da kendimizi hazırlamış oluruz. (Prof Dr Engin Geçtan) Böyle bir hazırlık süreci geçirdiğimizi ise ancak sıra bize geldiğinde fark ederiz. Bu gerçeği 

Günümüzde hayatın iki zıt kutbunda olanlar yani çocuklar ve yaşlılar neredeyse birbirlerine hiç temas etmeden yaşayıp gidiyorlar. Çocuklar hayatın 4 mevsim olduğuna tanıklık edemiyor. Sayıları hızla artan kreşler yaşlı bakım evlerinin sayısını da kaçınılmaz olarak artırıyor gibi. Domino taşları misali her şey birbirini etkiliyor. Belki de kreş eken bir toplum huzurevi biçiyor.

"Yaşlılık, korkaklara göre değil", sözü acımasız bir söz belki ama bazı gerçekleri de içinde barındırıyor. Yaşlılık yaşam döngüsünün sert dönemlerinden biri. Çocukluk dönemiyle ortak bazı yönleri de var. Yasin Suresi, 68. ayeti bu gerçeği vurgular:

“Kime, uzun ömür vermişsek, onu ilk haline döndürürüz. Hiç düşünmezler mi?”

Gerçekten de iyice düşündüğümüzde çocukluk dönemindeki gibi çaresizlik ve yetersizlik duygularının yoğun olduğu bir dönemdir yaşlılık. Sessizce savaşmak zorundadır yaşlılar. Bazı ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanabiliyorlar. Alışveriş yapmak, toplu taşımaya binmek, mali işlerini takip etmek, misafirliğe gitmek, evini veya bedenini temizlemek, ilaçlarını doğru ve düzenli kullanmak gibi hususlarda yardım alabilecek bir yakını olmayanlara devlet yardım elini uzatmalıdır.

Yaşlılar, hastalığın veya yaşlılığın vermiş olduğu sıkıntılardan dolayı hiç olmadığı kadar huysuz olabiliyorlar. Onların bu huysuzluğuyla başa çıkmakta zorlanan yakınları fiziksel ve de özellikle psikolojik yorgunluklarından sıklıkla söz ederler. Böyle durumlarda geniş ailedeki diğer yakınlarla iş birliği ve yardımlaşma şarttır.

Özellikle kendisi seçmeye alışmış, minnetsiz yaşamış ve insan ilişkilerinde ben merkezci tutuma sahip insanlar için çok daha zor bir dönemdir yaşlılık. Toplum olarak yaşlılardan belki de doğal olarak yüksek bir olgunluk bekliyoruz.

Ancak yaş dediğin yalnızca bir sayıdır.

Olgunlaşmak ise kişinin tercihine kalmış. Değişime zorladığımız yaşlılarımızla ilişkilerimizde yanımıza kalan çatışma ve gerginlik. Çünkü değişim, kapısı sadece içeriden açılan bir anahtar. Dışarıdan yapılan müdahalelere karşı ise aşılmaz bir duvar. Zaten insanları değiştirmek gibi bir sorumluluğumuz da yok. Hepimiz kendi yolumuzun yolcusuyuz. Kendi yolundan giden bir kimse, hiç kimseyle karşılaşmazmış. Yaşlılarımızla çatışmaya başladığımızda bunu kendimizden kaynaklanan bir yorgunluk işareti olarak algılayıp önlem alma yoluna gitmek daha iyi sonuçlar verecektir.

Читайте на 123ru.net