World News

BİTMEYEN TERÖR:

Gazilik rütbesine erişen Babam, askerliğini Güneydoğu’da yapmış, PKK’nın uzantısı olan teröristlerle girdiği çarpışmada kolunu kaybetmiş ve bunun için kendisine GAZİ unvanı verilmişti.

Şimdi onun hayatından bir anekdot sunacağım:

İyi bir eğitimden sonra Güneydoğuya gönderilen Ahmet Mert kendisini Türkiye’ye isyan eden ve adı sonradan PKK’ya çıkan İsyancı gruplarla çarpışan askerlerimizin arasında bulmuştu…

Gece-gündüz Siirt dağlarında aç-susuz, ayaklarındaki potinlerini bile çıkartmadan devlete isyan eden eşkıya takibine çıkıyorlarmış…

1 ay,2 ay,3 ay, 5 ay bu çarpışmalar devam etmiş…

Babam hep bu çarpışmaların içindeymiş.

Bir köyün yakınında bulunan karakolda gece gündüz demeden nöbet tutuyorlar ve gece baskına gelen eşkıyalarla savaşıyorlarmış…

Bu çarpışmalar bazen gündüz de oluyormuş…

Bir defasında çarpışmada eşkıyalardan birini yaralamışlar ve Jandarma karakoluna getirmişler…

Kasığının üst tarafından yaralanan eşkıyayı tedavi ederken sünnetsiz olduğunu tespit etmişler ve karakol komutanına bilgi vermişler…

Erkaya'nın yarasını tedavi edip iyileştirdikten sonra onu konuşturmaya çalışmışlar…

Yaralı ekşiye kendisinin Ermeni olduğunu ve ayrılıkçı güçler ile işbirliği ederek her gece Jandarma Karakoluna taciz ateşi açtıklarını itiraf etmiş…

Ermenilerle işbirliği yapan isyancıları tek-tek ismen bildirmiş…

Başta Karakol komutanı olmak üzere babam dâhil karakolda görevli bütün askerler hayretlerini gizleyememişler…

Çünkü yaralı Ermeni’nin verdiği isimler her gün görüştükleri köyün muhtarı Bedo, köyün bakkalı, kendilerine her hafta yufka ekmek yapan komşu kadının eşi, köyün büyükbaş hayvanlarını güden sığırtmaç, her hafta askerlere yumurta getiren genç, köyün ihtiyar kurulu azasından 2 kişi ve komşu köyden isimlerini aldıkları 9 kişi…

Grup halinde dağlarda saklanan Ermeniler bu kişilerle birleşerek zaman-zaman Karakolu taciz ateşine tutuyor ve devletine bağlı olan köylüleri adeta haraca kesiyorlarmış…

Yaralı Ermeni ifadesi alınmak üzere Siirt’e askeri birliğe gönderildikten sonra verdiği bu isimler askerler tarafından takibe alınmışlar…

Bunu hisseden isyancı grup dağlarda saklanan Ermenilerle de birleşerek bir gece saat 24.00 sıralarında karakola saldırmışlar ve taciz ateşine başlamışlar…

Bu saldırıyı bekleyen askerlerimiz zaten hazırlıklıymış…

Karakolun arka tarafından açtıkları bir tünelden çıkarak eşkıyanın tahmin edemediği bir yönden ateşe başlayan jandarmalarla eşkıya arasında korkunç bir çatışma başlamış…

Karakol’da bulunan 12 kişilik Jandarma ile sayıları 60’ı bulan eşkıya arasında silahlı çatışma saatlerce sürmüş…

Babam zaman - zaman çocuklarını, torunlarını, mahallelileri toplar, askerlik anılarını anlatırdı.

Bu anılar yıllarca Anamur ve Bozyazı yöresinde dilden dile dolaşmıştır.

Bir toplantıda anlattıklarının bir bölümünü sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Çocukluğumda bu anıları bizzat kendi ağzından ben de dinlemiştim.

Babam çatışma ve vurulma anını şöyle anlatıyordu :

“Ben eşkıya’larla çatışmaya giren arkadaşlarımın en önünde bulunan incir ağacının altında bir gün önce kazdığımız siperdeydim…

Bizimle çatışmaya giren eşkıyalarla aramda neredeyse 15 – 20 metrelik bir mesafe vardı…

En önünde bulunan eşkıya ile neredeyse burun-buruna gelmiştik…

Bize ateş ederken tüfeğinin ucundan çıkan ışık en önde bulunan eşkıya’nın yüzünü aydınlatmıştı…

Aman Allah’ım !..Bu oydu…Bu Bedo idi…Köyün muhtarı Bedo…O gün kendisiyle yolda karşılaşmış, selamlaşmış, konuşmuştuk…

O’nu görür görmez; “-Silahını at ve teslim ol Bedo…”diye var gücümle bağırmıştım…

Silahımın namlusunu kendisine çevirmiştim… O da beni tanımıştı…“Ateş etme Ahmet…”diye kısık bir sesle seslenmişti…

Çok kızmıştım…Bu alçaklık nasıl olabilirdi ?..Gündüz bizimle konuşuyor, gece bizimle çatışmaya giriyor…

Daha yüksek ve gür bir sesle; “Teslim ol Bedo… Yoksa ateş edeceğim…” Demiştim…

Daha kısık bir sesle; “-Siperden çıkarsam vuracaksın… Sen vurmazsan arkadaşların vuracak… Teslim olmam Ahmet…” demişti…

“-Ulan Teslim ol diyorum sana…”diye gürlemiştim…

Bizim bu konuşmamızı duyan ermeni ve ayrılıkçı göçlerden oluşan eşkıya’lar benim bulunduğum incir ağacına doğru devamlı ateş ediyorlardı…

Jandarmalarımız da onlara ateş ediyorlardı…

İncir ağacının yapraklarının tamamı gelen mermilerle yerinden kopmuş ve adeta üzerimi kaplamıştı…

Derken sol kolumda bir acı hissetmiştim…

Bir saniye içinde bu acı sebebiyle namlunun ucu Bedo’nun üzerinden biraz yana kaymıştı…

Bunu hisseden Bedo kendisinden umulmayacak bir sesle;

“-Kaçmak vaaaaaar!” diye bağırmış ve yaklaşık 3 metre yükseklikteki “mandal”dan kendini aşağıya atmış ve kaçmıştı…

Bunu gören eşkıya’lar da anlaşılmaz sesler çıkararak 3 metre yükseklikteki yerden kendilerini aşağı atıp kaçmışlardı…

Saldırıyı önlemiştim. Fakat yaralanmışım… O anda bayılmışım… Arkadaşlarım beni Karakolun içine taşımışlar… Sol kolumdan vurulmuşum… Kolumdan oluk gibi kan akıyormuş…

Tampon yaparak kanı biraz durdurmuşlar. Telsizle askeri birlikten araç istemişler…

Beni Siirt’e askeri hastaneye götürmüşler..

Baygın vaziyetteyken beni muayene eden Doktor Abdüsselam bey öldüğümü zannederek morg’a kaldırılmamı istemiş…

Sedyeyle beni morg’a taşırlarken Operatör Dr. Yüzbaşı Hamdi Bey sedyenin yanından geçiyormuş…

Adeta imdat ister gibi kendisine bakmışım… Bu bakışım üzerine Morg yolundan beni geri çevirerek ameliyathaneye göndermiş…

1 günde hastaneye ancak gelebilmişim… Bu müddet zarfında sol kolum kangren olmuş ve kökünden kesilmesi gerekiyormuş…

Başarılı bir ameliyatla doktor Hamdi Bey sol kolumu kökünden kesmiş ve beni ölümden kurtarmış…

Siirt Askeri Hastanesinde beş buçuk ay yattıktan sonra birliğimle ilgi kurarak beni terhis etmişlerdi ve ben tek kollu olarak Anamur’a gelmiştim…

Askere gitmeden önce Fatma hanımla evlenmiştim…

Benim Siirt’ten Anamur’a kadar gelişim başlı başına bir roman olacak şekilde maceralarla doluydu…

Bazen trenle, bazen yaya, bazen katır sırtında zor şartlarda Anamur’a gelmiştim…

Anamur’a evime geldiğim zaman bütün insanlar bana acıyan gözlerle bakıyorlardı…

Öyle ya. Sol kolu olmayan genç bir delikanlı…

Komşu kadınların kendi aralarında: “Vah yazık! Ne kadar da yakışıklı !.Çocuğu da olmaz bunun…Hem olursa da tek kollu olur… Fatma’ya da yazık…”dediklerini duyuyordum…

Yüzbaşı Hamdi Bey bu sözleri duyacağımı ve moralli olmam gerektiğini tembihlemişti…

Onun için bu sözler hiç moralimi bozmuyordu… Askerdeyken Hastanede Türkiye’nin pek çok yöresinden arkadaşlarım olmuştu…

Onlardan öğrendiklerimi döndüğüm zaman kendi yöremde tatbik etmiştim…

Yayla yolunu yapmıştık.

Yaylada “kuyu”lar çıkartmıştım…

Yaylamıza Cami yaptırmıştım…

Yaylamıza Kur’an Kursu ve lojman yaptırmıştım.

Denizciler mahallesine İlkokul yaptırmıştım.

Denizciler mahallesine Kur’an Kursu ve Lojman yaptırmıştım.

Bozyazı kasabasının karakolunu yaptırmıştım…

Gülnar İlçesi Ayvalı mahallesine Cami ve Lojman yaptırmıştım.

Sivrisinekten kurtulabilmek için Anamur’da Çeltik ekimini yasaklatmıştım…

Hastanede öğrendiklerimle köyüme adeta bir dispanser kurmuştum, yüzlerce hastayı iyileştirmiştim…”

İşte babam Gazi Hacı AHMET MERT’in anlattıkları ve küçüklüğümde aklımda kalanların bir kısmı bunlardı…

Babamın Hayat Hikayesini Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Ağabeyim merhum Hamdi Mert “BİZİ YAŞATANLAR ” adıyla kitap haline getirmiştir.

BİZİ YAŞATANLAR kitabı Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı bir yarışmada birincilik kazanmış, 8’ inci baskısı da yapılmış 100 binlerce adet basılıp dağıtılmıştır.

Babam Gazi Hacı Ahmet Mert; Tek koluyla yaşantısını sürdürürken Anamur’a özellikle o dönemde Anamur’un bir kasabası olan Bozyazı İlçesine büyük hizmetler etmişti…

Yukarda anlattığım şekliyle; Yaklaşık 60 kilometrelik yayla yolunu yaptırmış, Yaylaya Cami ve Kuran Kursuyla Lojman yaptırmış, Bozyazı’da yıkılan karakolun yenisini yaptırmış, Denizciler mahallesine cami, Kur’an Kursu ve Lojman yaptırmış ve yine 1972 yılında denizciler mahallesine İlkokul yaptırmıştı…

Anamur İlçe Milli Eğitim Müdürü iken babamın yaptırdığı ilkokulla ilgili bir anı’mı da sizlerle paylaşmak istiyorum:

20 Şubat 1972 yılında babamın yaptırdığı Denizciler İlkokulunun açılışında ben de bulunmuştum…

Anamur Kaymakamı Sayın Fahri Görgülü ilçeye yeni atanmıştı…

Babamın hizmetlerini kendisinden önce gelen kaymakamdan duymuş olmalı ki Denizciler İlkokulunun açılış töreninde babamın önceki hizmetlerini de öğen çok güzel bir konuşma yapmıştı…

İçel Milli Eğitim müdürü Sayın Ali Güleç de açılıştaydı…

O da okulun yapılmasında babamın gösterdiği gayretlerden bahsederek bu okulun adının Ahmet Mert ilkokulu olduğunu söylemiş bir gün sonra yayımlanan yerel gazetelerde : “HACI AHMET MERT TARAFINDAN YAPTIRILAN BEŞ DERSLİKLİ DENİZCİLER İLKOKULU AÇILDI” diye yazmıştı…

Açılan okula babamın adı verilmişti…

Açılışta İçel Bayındırlık müdürü Sayın Mürteza Akpolat da vardı…

O da konuşmasında hiç devlet desteği olmadan yaptırılan İlkokulun Mersin ilçeleri içinde örnek bir ilkokul olduğunu belirtmiş ve babamı tebrik etmişti…

Anamur Belediye başkanı Sayın Nuri Sinanoğlu, İlköğretim müdürü Sayın Nihat Uğur, Halk Eğitim müdürü Sayın Mehmet Tevfik Kaya ve 1000 ’lerce vatandaşın katılımıyla babamın yaptırdığı Denizciler İlkokulu açılmıştı…

Yetkililerin onca ısrarına rağmen babam adını okula verdirmemişti…

Nedenini soranlara da; Mürailik olur, gösteriş yapmak olur” demişti.

Ancak babamın vefatından sonra Bozyazı Belediyesi Denizciler mahallesine giden Caddeye Hacı Ahmet Mert caddesi adını vermişti.

Yine Gülnar İlçesi Ayvalı Mahallesine yaptırdığı Camiye vefatından sonra Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “ Hacı Ahmet Mert Camisi “ adını vermişti.

İşte babamın Gazilik rütbesi ve hizmetleriyle ilgili bir anekdot…

Hoşça kalınız.

Читайте на 123ru.net