World News

Pazar günü inadına neşeli biri gibi

Bu hafta Füruzan’la başlayalım: “Benim gibi yalnız biri için pazarları sevmenin güçlüğü anlatılmaz. Çözülmüş sarsak pazarlar öylesine altı çizilmiş oluyor ki…” Nihayetinde pazar, kalabalıklaşmanın günüdür. Bu nedenle yalnızlık belki de her günden daha zor gelir. Bu hafta yazar Hatice Bildirici’yi sayfamıza konuk ediyoruz. Kendisi önce bize klasik pazarını anlatsın: “Pazar günleri diğer günlerde kalktığım saatte kalkarım, dengemi korumak için. Erken, çok erken bir saat. Çoğunlukla uzun bir yürüyüşe çıkarız eşimle. Evimizin bahçesi kabul ettiğimiz, etrafında yürürken ne büyük bahçemiz var ne de çok badem ağacımız, çamımız var diye gülüştüğümüz Eymir Gölü’nün etrafında yürürüz sabahın ilk ışıkları ile. Bunu Ankara’da olduğumuz hemen hemen her pazar, 17 yıldır yapıyoruz galiba. Hatta kar ve çiseleyen yağmur hevesimizi artırır. Sabah bir plan varsa; veli toplantısı, zorunlu bir ziyaret, ev tadilatı gibi eve daha yakın bahçelere gider daha kısa süreli de olsa bu keyiften -hasta değilsek tabii- vazgeçmeyiz. Pazarın en güzel saatlerini enine boyuna bir aile kahvaltısıyla sürdürüyorum. Bu bazen eşim ve çocuklarımla beraber gittiğimiz anne babamın evinde bazen de kendi evimde olur. Günün sonrası mutlaka çocuklarla ilgilidir: kurslar, dersler, alışveriş…”

Birine yardım etmek, sevdiği bir yemeği yapmak

Peki acaba kendisinin pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerisi var mıdır? Bildirici, “Öncelikle erken kalkmak ve tepende güneşi bir arşın yükseltmeden dışarı çıkmak; şehrin caddelerinin, sokaklarının, bahçelerinin sessizliğine doymak; cılız da olsa kuş seslerini, ağaç hışırtısını dinlemek pazarı güzelleştirebilecek ilk adımdır” diyor ve ardından şöyle devam ediyor: “Böylece tabiat ve medeniyet karşıtlığı ile şehir ve kendiniz üzerine daha derin düşünme imkânı yakalayabilirsiniz. Sadece pazara özgü sevdiğimiz bir işi yapmak, düzenli olarak birine her pazar yardım etmek/hizmet etmek, sevdiğimiz bir yemeği yemek, güzel bir film ya da bir dizinin birden fazla bölümünü izlemek, az ya da çok yeşili gören bir yürüyüş ya da bir dostla buluşmak pazarın sıkıcılığını yok edebilir. Ev temizliğini, çamaşırı, ütüyü pazara kilitlememek de güzel bir pazarın şartıdır. Mutluluk normal bir yaşama sahip, normal bir insan olduğunu idrak edip şükretmek ve bir niyet meselesidir, pazarlar da buna dahildir.”

Kan ve can bağrıma bağlanır

Bildirici, haftanın altını günü arkadaşlarına, pazarlarını ise ailesine ayırdığını söyleyip, “Pazar günü, çoğunlukla kan ve can bağıma bağlanır” ifadelerini kullanıyor. Kendisine “Pazarları favori mekânınız neresidir ve neden?” diye sorduğumuzda ise yanıtı şöyle oluyor: “Sabahın ilk ışıkları ile Ankara’daysam Eymir Gölü, İstanbul’daysam Göksu, İzmir’deysem Kordon, Akçakoca’daysam Çuhallı Plajı. Çünkü suya, denize karşı bir pazar sabahı, yüreğimin yükünü yarı yarıya hafifletiyor. Bunu defalarca tecrübe ettim. Sonraki saatler, anne babamı ziyaret etmek ve evde olmak güzel. Çocuklar evde ise onlar için bir şeyler yapmaktan keyif alıyorum, onlar yoksa evde kendimi kitaba, deftere, dergiye, filme veririm. Gösterimde mutlaka sinemada izlemeliyim dediğim bir film varsa tek başıma gittiğim o karanlık salon da benim için cazip bir mekân.” Köşemizin en çetrefilli sorusuna geldi sıra: En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi? Bildirici buna cevaben şunları anlatıyor: “Geniş aile buluşmalarının ve geniş arkadaş toplantılarının denk geldiği pazarlar hassaten güzeldir. Ankara’dan İzmir’e, İzmir’den Ankara’ya ve İstanbul’dan Ankara’ya hep pazarları göçtüm. Hepsi de acı vermişti, onlar kötü pazarlarım.”

Bana yazma şevki veren Kara Kitap ve Martin Eden

Bildirici’ye pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir diye sorduğumuzda da, Yüksel Aksu’nun İftarlık Gazoz’unu işaret ediyor. Konu kitaplara gelince de şunları ifade ediyor: “Bu kitabın türü kuvvetle muhtemel roman olur. Hafta içi daha iyi yazayım, azmim artsın diye, mesela bana yazma şevki veren Kara Kitap’ı ve Martin Eden’i tercih edebilirim.”

Kâbe’yi sırtımda bilgisayarla tavaf ettim

Yazar Bildirici’ye pazarları çalışır mısınız dediğimizde ise “Memurum, metin yazarıyım ve işim 7/24 zamana tanımlı. Pazar günü iş gelirse ki zaman zaman geliyor, her şeyin önüne geçer ve oturup yazıya odaklanırım” diyerek başlıyor ve şunları söylüyor: “Bilgisayarım, nerede olursam olayım, günlerden pazar da olsa kolay ulaşabileceğim bir yerde, bana yakın durur. Hatta tuhaf ve biraz da komik ama her an iş gelme ihtimali olduğundan, bu sene bir pazar günü Kabe’yi bilgisayarım sırtımda tavaf ettim. Aynı zamanda aylık bir derginin editörlüğünü yapıyorum. Ayın belli günleri zamanla yarışıyoruz. Bu dergi 28 yıldır ayın birinde matbaadan gelmiş, bu intizamı korumak zorundayız. Ayın 24’ü bilemediniz 25’inde matbaaya gider. Yazı planlamaları, tashih, redaksiyon, son okuma, kapak yazılarını hazırlama gibi işler; bugün pazar, bugün çalışamam dememe olanak vermiyor, yayın kurulunun diğer üyeleri gibi bunu pazar da olsa keyifle yapıyorum. Bu iki iş çakışırsa önceliğim devletin işidir elbette. Onu bitirince diğerine bademden fıstığa geçer gibi geçerim.”

Israrcı ama sakin

Ve son soru: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” İşte bu haftanın yanıtı: “İnadına neşeli, pratik, bedeni zayıf, sarışın -kesin sarışın olurdu- alçakgönüllü, azıcık muzip ve alaycı, biraz da ısrarcı ama sakin ve kesinlikle iyi bir insan olurdu.”


Belki de pazarlar ‘ev’in kendisidir

Читайте на 123ru.net