Alamut’ta sönmeyen ateş: Öteki İran
Geçtiğimiz aylarda İran’a düzenlediğimiz gezide ‘ölüm’ ile anılan ve nüansları bugünün insanına çok şey anlatan binlerce kilometrelik bir yolculuk yaşadım. Fedaileri ile meşhur Alamut Kalesi, ölüme yeni şekil veren Sessizlik Kuleleri, varlığı kadar yok oluşuyla da efsanelere konu olan Persepolis ve binlerce yıldır sönmeyen Zerdüşt Ateşi… Dört mevsimi bir arada yaşayarak adımladığım yollar, Doğu’nun kadim beldelerinden birinde hayat ile ölüm kavramları üzerine yeniden düşünmemize vesile oldu.
Hayat ve ölüm: Alamut Kalesi
İntihar komandoları, zihnini kiraya vermişlerin orduları ve modern zamanda ülkemizde de dünyada da üzerine çokça kafa yorulan fedailik meselesi, Alamut Kalesi ile özdeşleşmiştir. Hasan Sabbah’ın 30 yıl hiç çıkmadığı meşhur Alamut Kalesi, modern zamanda da çok şeye ilham olan bir hayat-ölüm ikilemini yaşıyor. İran’ın Kazvin şehrinde bulunan kalenin yakınına gitmek zor değil. Kazvin otogarında biraz pazarlık yaparak anlaştığınız taksi bize eşlik ediyor. Zor olan, kalenin yakınında arabadan indikten sonrası. Zira deniz seviyesinden yüksekliği 2163 metre olan kaleye yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra ulaşabiliyorsunuz. Karlar arasında, sırtımda çanta elimde kamera ile dar yürüyüş yolunu adımlarken, kalenin neden buraya yapıldığını ve zaptedilmesinin neden zor olduğunu anlıyorum. Zirveye yaklaştıkça ölüm olgusuna vardığınızı düşünebilirsiniz. Fekat aksine, hayat üzerine düşünüyorsunuz. Zira daha yolun başında ilk adımınızı ölüm duygusu ile atıyorsunuz. Kalenin zirvesine çıkıp etrafa baktığınızda karşılaştığınız manzara uçsuz bucaksız bir zihinsel devinim. Beyninizin içinde hareket eden ve kan revan içinde bazı sorulara cevap arayan kavramlar, dönüş yolunda adım adım miras bıraktığınız belirsizliğe varıyor. Bugünün insanı olarak “insanlar burada neden yaşar” sorusuna cevap bulamıyorsunuz. Belki de varmanız gereken nokta cevaplar değildir… Basit bir kaleden söz etmiyoruz. Elburz’dan Hevdekan’a ve Haşkeçal Dağları’a uzanan bir yerleşke söz konusu. Bugün kalenin merkezinin olduğu yerde kalıntılar var sadece. ‘Kartal Yuvası’ manasına gelen kale Gazurhan köyünde bulunuyor. İndiğimizde köylülerden Türkçe bilen bazıları semaver çayı ikram ediyor. Muhabbet koyu. Ve kaleye çıkmadan önceki ile indikten sonraki sen arasındaki mesafe üzerine düşünmek bâki… Sadece bir gezgin olarak yollarda bulunmak, sinemacı olarak hikaye ve yöntem aramak ile birleşince ‘ölüm’ kavramının ardında İran’ın binlerce yıllık geçmişinin üzerinde, binlerce kilometre yol alışla dağları izliyorum.
Kibir toprak altında: Persepolis
İranlıların, Pers mitolojisinde yeri olan Cemşid karakterine atıfla “Taht-ı Cemşid” dediği Persepolis, M.Ö. 6. Yüzyıl’da kuruluyor. Pers Kralı 1. Darius kendisine o kadar güveniyor ki, kurduğu medeniyetin hiçbir şekilde yıkılmayacağına inanıyor. Ve sadece 250 yıl kadar sonra İskender geliyor, şehir yerle bir oluyor. Yanan şehir toprak altına itiliyor. 1930’lu yıllardaki kazılara kadar toprak altında kalan Persepolis, kimilerine göre ilk “süper güç” kabul edilen Pers İmparatorluğu anlatıyor. Daha çok Darius’un kibrini… 20 metre yüksekliği bulan taş yapılar, 100 sütunlu saray, kaya mezarları, çift başlı huma kuşu, kralın gücünü temsil eden boğa heykelleri ve dahası… Persepolis’in bugüne dair anlattığı en önemli şey, İranlıların Pers geçmişine olan bağlılığı. İran İslam Devrimi sonrası çok ön plana çıkmasa da 1971’de Pers imparatorluğunun kuruluşunun 2500. yılı etkinlikleri düzenlenir ve İran Şahı M. Rıza Pehlevi ve ailesi boy gösterir. Kutlamalara o kadar çok para harcanır ki, o dönem halkta büyük tepki oluşur ve Şah’ın İran’ı terk etmesine varıcak olayların sebeplerinden biri olarak gösterilir. Zira BBC belgeseli Decadence and Downfall’a göre kutlamalar yaklaşık 120 milyon ABD dolarına mal olur. Neredeyse dünyanın bütün liderleri oradadır ve Türkiye’yi de dönemin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay temsil eder. Persepolis, büyük taş platformları ve etkileyici mimari yapıları ile ünlü. Şehir, Büyük Teraslama, İmha Terası ve Apadana Terası adında 3 büyük platformdan oluşur. Taş oyma kabartmalar, heykeller ve süslemelerle dolu büyük saraylar, tören alanları ve tapınaklar şehri süsler. Tam bir şatafat mekanı…
Bin 500 yıldır sönmeyen ateş
Ve ‘sönmeyen ateş’! Zerdüştlerin binlerce yıldır sönmeyen ateşi Sessizlik Kuleleri’nden sonraki adresim oluyor. Yezd şehir merkezindeki Kaşhani Caddesi’nde bulunan binanın bahçesinde genişçe bir havuz bulunuyor. Yansımalar eşliğinde havuzu aşarken binanın tepesindeki Zerdüşt inancının sembolü Faravahar gözüme çarpıyor. Zerdüştler, ‘Ateşgede’ adını verdikleri bu sönmeyen ateşe dönerek ibadet ediyor. Esasında ateş şart değil, mesele ışık… Sönmeyen ateş, gerçekten nasıl sönmüyor? Merak ediyorum elbette. Camın ardındaki ateş, odunlarla besleniyor. Kendinden menkul bir ateş değil. Sönmemesi için odun ile beslenen bir sözler dizesi aslında. Bin 500 yıldır yanan ateşin mensupları için İran zor bir yer. Zira İran’da Zerdüşt inancına geçmek yasak. Kan bağı gerekiyor. Başka ülkelerde Zerdüşt ilim heyetine başvuru ile olan şey İran’da zor olduğu için Zerdüştlerin sayısı da gün geçtikçe azalıyor.
Geçmişe geç kalmışların erken rüyası
On binlerce adım, binlerce kilometre yol, uzayan varışlar ve ölüm ile hayat arasında gidip gelen ziyaretler… İran’da ölümün izinde aldığım yol, antik dönemden modern zamana insanoğlunun kat ettiği mesafeleri ve ölüme dair yöntemlerini resmetti bana… “Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe (İnsan bir damla kan, yüz binlerce endişe)” diyordu ya bu toprakların susmayan sesi Sadi Şirazi; arşınlanan yolların, parmak aralarından kayan kumların, imkanların, ümranların, insanların, zanların, geç kalmışların memleketi her yer sanırım.