World News

Buranın adı İstanbul, bir gözü hep açık uyur

SERVET SENA SORKUN


İstanbul’da vapurla her sabah aynı saat ve istikamette yolculuk ediyor, birbirine hiç benzemeyen insanları gözlemliyorum. İstanbul’a gelişi hicret olanları fark ediyorum, işine ve gezmeye gidenleri ayırt edebiliyorum, o bıkkınlığı da görebiliyorum, heyecanı da.

En çok İstanbul’a ilk defa gelmiş de vapurun en güzel köşesinde elinde telefonuyla gördüğü her şeyi kaydetmek isteyen insanlara özeniyorum, içlerindeki o eşsiz heyecanı hatırlamaya çalışıyorum. Boğazın kenarında gördüğü her yapının neresi olduğunu ebeveynlerine soran çocukları işitince mutlu oluyorum.

İstanbul’un sosyokültürel çeşitliliğinin yanı sıra bizlere sunduğu çok önemli imkanlar var. Çoğu zaman bunları çeşitli sebeplerden ötürü göremiyoruz. Bu sebeplerin başında kalabalık, mantık dışı bir yapılaşma, çevre ve şehircilik planlaması, belediyelerin hizmet kalitesi, tarihi eserlere göstermeyi bir türlü öğrenemediğimiz hassasiyet sayılabilir.

İstanbul’da hiç bilmediğiniz şeyleri duymak, tarihle ve varlıklarından haberdar olmadığımız eserlerle karşılaşmak maddi olmasa da manevi bir hazza bürünerek zihnimize yerleşiyor. Bu imkânı gözden kaçırmamak şart. Aksi hâlde bünyemizde şehrin külfetlerinin nimetlerine ağır basması kaçınılmaz. İstiklal’de yürüdüğüm, Tophane’ye indiğim ya da Eminönü’nün birbirine benzeyen ara sokaklarında kaybolduğum zaman hep biri çıksa da İstanbul’u adım adım anlatsa, geçmişte şuracıkta neler yaşandı, kimler geldi kimler geçti ne aşklar başladı ne aşklar bitti söylese diyorum.


İSTANBUL’U GEZMEDEN ANLAMAK OLMAZ

Diyeceksiniz ki podcastlerden dinleyebilirsin, youtube’daki sayısız videodan dilediğini seçebilirsin İstanbul’u anlamak, öğrenmek için… Ama nafile, o bilgiler uçup gidiyor, en sonunda hep yazı, yaşananlar ve bilfiil görülenler kalıyor. Siz de istanbul’da yaşamak istemiyorum, İstanbul’u yaşamak istiyorum ve pek de teknolojinin sunduğu bilgi kaynaklarıyla haşır neşir olamıyorum diyenlerdenseniz bahsedeceğim tavsiyeyi değerlendirebilirsiniz.

Haldun Hürel’in dediği gibi gezip araştırıp notlar almadan, tepelere tırmanıp yokuşları aşmadan, sokakları arşınlayarak hikayelerle dolu dipsiz kuyulara inmeden bu şehir asla masa başından aktarılamıyor.

Ekim ayında Kapı yayınlarından ilk baskısı yayımlanan Bir Şehir Bin İstanbul kitabıyla tanıştım. Haldun Hoca onlarca eserinden anlayacağımız üzere İstanbul’u kuşkusuz en iyi bilenlerden. Kitabı okuyunca onun bu şehri en iyi anlatanlardan olduğunu da göreceksiniz. Kaç yaşında olursanız olun her sayfayı merakla çevirecek, yeniden İstanbul’u tanıyacak ve rahatlıkla anlayacaksınız. Nihayet Haldun Hoca’ya tarifi zor bir saygı duyacaksınız.


KÜSEN MENDEL’İ YILLAR SONRA ANMAK

Okuma zevkinize zarar vermeyecek şekilde Bir Şehir Bin İstanbul’da beni etkileyen bazı bölümlerden bahsetmek istiyorum.

1914 yılında Gustave Mendel adında bir bilim adamı İstanbul’a geliyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin eski eserlerini kapsayan bir katalog hazırlıyor. Çok çalışıyor ve büyük uğraşlar veriyor. Bu katalog uzmanların bugün bile hazırlarken zorlanacağı türden bir katalog. Ama ne yazık ki beklediği ilgiyi Mendel çevresinden sağlayamıyor. Katalog notları dağılıp gidiyor ve kendisi de arkeoloji bilimine küserek memleketine dönüyor. Ticaretle uğraşmaya başlıyor. Yıllar sonra adı unutulup gidiyor ama dokuz yıl evvel, Arkeoloji Müzesi’nde, ‘Mendel- Sebah: Müze-i Hümayun’u Belgelemek Sergisi’ adında bir etkinlik düzenleniyor. Mendel bunu göremese de İstanbul ona hakkını teslim ediyor. Bu şehir adeta arkasından geliyor ve teşekkür ediyor. 1912-1914 yılları arasında hazırladığı 180 sayfalık katalog ilgilisine ulaştırılıyor.


İSTANBUL SAMANDIRA’DAN YÖNETİLMİŞ

Bir diğer dikkatimi çeken konu ise Anadolu Yakası’nın uzak ilçesi Sancaktepe sınırlarında yer alan Samandıra Dağları’nda bir dönem Bizans İmparatoru Tiberius’un yazlık Damastrist Sarayı’na ait kalıntılara ve av köşküne rastlanmış. 1296’da yaşanan büyük bir deprem sonrasında Fatih Yarımadası’ndaki İmparatorluk Sarayı İdaresi üç ay boyunca Damastrist’e taşınmış. Başkent bu üç ay boyunca Samandıra olmuş. İstanbul’a ilk taşındığımda çalıştığım semtti, ziyadesiyle şaşırdığım bir bilgi oldu. Hayal bile edemezdim!

1911-1923 yılları içerisinde İstanbul’da büyük yangınlar çıkmış. Ama İstanbulluları en çok dehşete düşüren yangın 1954’te Kapalıçarşı’da meydana gelen yangın olmuş. Tarihi mekân kullanılamaz hâle gelmiş ve çevresine büyük zararlar vermiş. Cehennemi bir felaket olarak anılan bu yangın, ahali arasında ‘kurunu vustai’ olarak nam salmış. Yani böyle bir felaket ilk çağdan bu yana görülmemiş. Gezmeyi en çok sevdiğim Kapalıçarşı az daha günümüze ulaşamayacakmış. Düşünsenize Kapalıçarşı’sız bir İstanbul, hiç olur mu!


DİNAMİTLE PATLATILAN SARAY

Sultanahmet Camiisi’nin tam karşısındaki Hipodrom Meydanı’nda yer alan ve günümüzde Türk ve İslam Eserleri Müzesi adıyla kültür hizmetleri sunan İbrahim Paşa’nın 16. Yüzyılda inşa edilen sarayının bir kısmı, yerine adliye binası yapılacak olması sebebiyle ve dinamitle patlatılmak suretiyle 1951’de yok edilmiş. Çok üzücü gerçekten…


SOPALI SEÇİM

Sultan İkinci Abdülhamit’in iktidarının sonlandırılıp sürgüne gönderilmesinden birkaç yıl sonra 1912’de yapılan seçimlerde ahalinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni yeğleyecek bir seçime yönlendirilmesi için görevliler ellerinde sopalarla sandık başında İstanbullulara zoraki bir tercih yapmaları konusunda baskıda bulunulmuş. Bu ilginç olay tarihe sopalı seçim olarak geçmiş. Erken 20. Yüzyılın Türkiye’si her açıdan büyük sorunlarla ve savaşlarla boğulması yetmiyormuş gibi bir de istilacı düşman güçleri tarafından işgal edilmiş. Gülhane Parkı düşman askerinin karargâhı olmuş ve Sultan Vahdettin etkisiz hâle gelmiş. Devlet elleri kolları bağlı bir halde tam bir çıkmaza girmiş. Bu yaşananlar basına konu olmasın diye gazetelere müthiş bir sansür uygulanıyormuş. Gazeteler sansür edilen yazıların sütunlarını boş bırakarak okuyuculara iletiyorlarmış. Bu tavır da kitapta beni çok etkileyen hikayeler arasında yerini aldı.

İstanbul’un ve İstanbulluların geçmiş yıllardan günümüze kadar neler yaşadığını Haldun Hürel’in penceresinden izlerseniz mutlaka kendi hikayenize dair bir iz bulacaksınız. Beyoğlu’nun yanık ara sokakları, Azapkapı, Fatih, Eminlikönü, Karaimköyü(Karaköy), Beşiktaş, Yıldız, Ümraniye, Üsküdar ve daha nicelerinde yaşanan türlü hikayeleri, tarihin arka perdesini Bir Şehir Bin İstanbul’da göreceksiniz. Eğer kitabı elinize alarak bahsedilen bütün semtleri gezer, hikayeleri zihninizde canlandırabilir ve üstüne birkaç gerçek esnafla sohbet edebilirseniz, tebrikler. İstanbul’u yaşamaya başlayabilirsiniz. İstanbul’un hayal sahnesinde bir oradan bir buraya giderek sonunda öğreneceksiniz; bir şehri hakkıyla anlamak için onu satır satır okumak gerekir.


Mustafa Kara’yla Bursa sokaklarında

Gazze’nin bitmeyen dipnotları

Renkli pulların gizemli dünyasına yolculuk

Читайте на 123ru.net