Yol açık, rota doğru, kaptan tecrübeli…
Bülent Turan
Milli iradenin iktidarı yerine kendilerine ait, elitist ve sırtını Batı'ya yaslamış bir iktidar hayallerini, tamamen Suriye meselesine bağlamış olanlara geçmiş olsun. “Göç meselesi Batı'da iktidarları devirdi, bizde de yakındır” diyerek 13 yıldır ellerini ovuşturanlar, on gündür şoktalar. Suriye’deki sorunun çözümünün önündeki en büyük engel olan Esed rejiminin devrilmesinin ardından soluğu panik halinde Salih Müslim’in kapısında alanları, ibretle ve gülerek izliyoruz.
SIRTINI MİLLİ İRADEDEN BAŞKA HER ŞEYE YASLAYANLARIN SONU
Apar topar yapılan röportajlar, “Aslında bizim için iyi olmadı, İran rahatsız, Rusya huzursuz, Amerika keyifsiz, PKK/PYD devlet kurdu kuruyor…” gibi saha gerçeklerinden kopuk klişelerle, olan biteni ısrarla batının hanesine yazma çabası; Türkiye’nin bu son gelişmeden elde ettiği kazanımdan rahatsız olan çevrelerin / ülkelerin ürettiği propaganda diline tercümanlık ederek toplumu korkutma ve moralini bozma gayreti; sürekli “Rojava” diyerek aslında kim için dertlendiklerini ağızlarından kaçıran bir anlayış… Kusura bakmayın ama Salih Müslim’in kimseye verecek aklı, hiçbir derde derman olacak gücü olmadığı açıkça görülüyor, o da en az diğerleri kadar şaşırmış durumda…
“Komşudaki Yangın”ın birinci dereceden müsebbibi Beşşar Esed ve rejiminin devrilmesi, Suriyeliler ve Türkiye için çok açık bir umut ışığı doğurdu. Sokak size her şeyin gerçeğini söyler. Bugün Şam meydanlarında insanlar davul zurnalarla kutlama yapıyorsa; 8 Aralık’ta sınır kapılarımızdan Suriye’ye geçiş sayısı 240 iken, 13 Aralık’ta 1.847’yi bulmuşsa, en önemlisi de herkes mutlu ve umut doluysa, bu sürecin olumsuz ve tehlikeli olduğunu iddia etmek yanlış olur.
ELİN ATINA BİNİP TEZ İNENLER
Tüm olan biteni izliyoruz, kimsenin yorumuna ihtiyacımız yok aslında. PKK/PYD DEAŞ’la mücadele bahanesiyle ve batı desteğiyle Suriye’deki kentleri bir bir işgal ederken acaba nerede kutlama yapılmıştı, kimler sevinmişti? Sevinen sadece dışarıdaki ve içerideki PKK/PYD yandaşları değil miydi? Suriye’de Türkmen, Arap ve Yezidi nüfus PKK/PYD tarafından yerlerinden edilirken, o insanlar canlarını kurtarmak için panik halinde Türkiye sınırı yakınındaki kamplara sığınmaya çalışırken, Türkiye’de yeni bir göç dalgasının önüne geçilmek için briket ev kampanyaları, sınır güvenlik duvarları gibi işler yapılırken havaya bakıp ıslık çalanlar, hatta bıyık altından gülenler, bugün PKK/PYD’nin yerleştirdiği “Elin atına binip tez inen” insanlara bakıp üzülmemizi ve suçluluk duymamızı istiyor…
Bugün Suriye’de taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Eğer bu yeni durumdan rahatsız olanlar varsa, bunun sorumlusu Türkiye değil, işgalci ve sömürgeci bir mantıkla 13 yıldır Suriye’nin dengesini bozanlardır. Kendi ülkeleriyle yetinmeyip başka ülkeler üzerine tahakküm etmek isteyenlerin; terör örgütlerine silah ve para akıtanların, hayatını kaybeden ya da yerlerinden edilen Türkmen, Arap ve Yezidi yerli halkı umursamayanların ve mağaralardaki terör örgütlerini bir devlete evirebilecekleri yalanıyla insanların kanına girenlerin, bugün hiçbir şekilde şikâyet etmeye hakları yoktur.
İmam-ı Şâfî’nin dediğini yapıp, düşman okunu takip ettiğimizde görüyoruz ki FETÖ’nün propaganda kalemleri, Suriye’deki 13 yıllık fecaatin müsebbibi olanlar, bu yeni durumdan ciddi rahatsız olmuşlar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devireceğini düşündükleri Suriye sorununun baş aktörü olan Esad’ın devrilmesi, morallerini iyice bozmuş. Ancak onlar için son gelişmelerin gösterdiği bir başka acı gerçek daha var: PKK/PYD’nin “başarısız ve güçsüz” olduğunun iyice açığa çıkmış olması…
ON GÜNDE SAHADAN SİLİNMEK
Terör örgütü, Batılı devletlerin uydurduğu “…ama DEAŞ’la mücadele ediyor” bahanesi ve verdikleri sınırsız silah desteğiyle 13 yıldır elinde tuttuğu yerlerden, 10 günde sökülüp atıldı. Mahallede ağabeyinin arkasına saklanıp arkadaşlarını tehdit etmeye çalışan küçük çocuklar gibi, ABD üslerinin olduğu yerlere kapağı zor attılar ve görünen o ki, orada da tutunamayacaklar. Kimse kusura bakmasın ama son gelişmeler, PKK/PYD açısından tam bir fiyaskodur. İçi boş, güçsüz ve başarısız bir örgüt olduğunun son ispatıdır. Son ispatıdır diyorum çünkü biz bunu zaten biliyorduk. Kırk yıldır güya mücadele ettikleri
Türkiye’de de tükenme noktasına geldiler. 1500 -2000 kişiyle kamp yapmakla övünen terör örgütü, bugün mağaralarda ikişer üçer kişiyle yaşam savaşı veriyor. Batı bu örgütle mi devlet kuracaktı, bu örgütün mü siyaset aklı vardı, bu örgütün mü Orta Doğu’yu yeniden dizayn edecek kapasitesi vardı?
Bu yeni gerçeklikle yüzleşmek, muhtemelen batılılar için de şoke edici olmuştur. Öyle ya, kırk yıl boyunca, Avrupa’da salonlarda sözde diplomatik ilişkiler kur, batılı medyaya röportajlar ver, kendini bir kurtuluş ordusu gibi göster, kırmızı bültenle aranan katillerine oturum hakkı, hatta vatandaşlık versinler, hatta Avrupa şehirlerinde eğitim kampları kurmaya müsaade etsinler, yıllardır batıdan para, silah, diplomasi vs. her türlü desteği al ve sonuç: 10 günde sahadan silinmek! Batılı patronları, bu son gelişmelerden sonra paralarının nereye gittiğini sorgulamaya başlamıştır muhtemelen. Umarım, bu sorgulamayı, içeride bu yapıya destek veren, talimatlarına kusursuz itaat eden yapı ve kişiler de yaparlar.
BATI'NIN İTİBARI SIFIRLANDI
Bir sorgulamayı da batılı ülkeler, kendi Orta Doğu politikaları açısından yapmalıdır. Bugüne kadar onlarca operasyon, onlarca plan proje, milyarlarca dolar yatırım ve sonuçta değil Afganistan’a, İran’a, Suriye’ye, Orta Doğu’da herhangi bir köye bile demokrasi getirememek. Hiçbir hedefinde başarılı olamamak. Başarılı oldukları tek konu, insanların birbirini öldürmesi. Evet, fitnelerinizle, istihbarat örgütlerinizle, sattığınız/hibe ettiğiniz silahlarla ancak bunu başarabildiniz. Geçen günlerde Sednaya Hapishanesi’ni ziyaret eden Birleşmiş Milletler heyetine bir kadın, ayakkabı fırlatarak en net cevabı verdi: On üç yıldır neredeydiniz?
Harcanan para, milyarlar; ölen yüzbinler ve elde edilen sıfır, itibar da sıfır.
Çanakkale Savaşı’nın son günlerinde İngilizler geri çekilirken, sahile yerleştirdikleri tüfeklere kumla dolan konserve kutularından oluşan bir düzenek yapmışlardı. Kum dolan konserve kutuları tetik mekanizmasını harekete geçirmiş, tüfekler ateş ederek bir çatışma süsü vermişler ve İngilizler de bu sayede kaçabilmişlerdi. Şu anda Orta Doğu’dan kazasız belasız sıyrılmak için tam da böyle bir düzenek arıyorlar. Belki de bu itibarsızlığı unutturarak, yeni bir sayfayla yeniden girebilmek arayışındalar. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen, Türkiye’yi bu konuyla ilgili ziyaret etti; Almanya, Suriye’ye bir heyet gönderdi; İtalya Başbakanı Suriye yönetimiyle iletişim kurmaya hazır olduklarını açıkladı, benzer şekilde Rusya da geçen hafta Suriye yönetimiyle temas kurduğunu açıklamıştı. Herkes bir şekilde günah çıkarmak ve yeni kurulan masada yer kapmak istiyor.
TÜRKİYE’NİN BÜYÜK OYUNCU OLARAK TESCİLİ
Ve Türkiye… Kim ne derse desin, Suriye’deki baş aktör Türkiye’dir ve bundan sonraki sürecin sıhhati, Türkiye’nin liderliği ile doğrudan ilintilidir. Bugün Türkiye’de iktidar ve lider alternatifi olduğunu iddia edenlerin Suriye vizyonu, batılı büyüklerinin sözünden çıkmamaktan ve “Ne işimiz var bizim Suriye’de?” kafasından ibarettir. Oysa, Suriye meselesinde Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ortaya koyduğu strateji, sabır ve liderlik, dünyaya ve Türkiye’ye yeni bir umut vermiştir. ABD’nin seçilen yeni Başkanı Donald Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili söylediği sözlere birileri dudak bükse de hepimiz biliyoruz ki tüm dünya bu görüşü paylaşıyor. Bu açıklama, kuru bir diplomasi övgüsünün çok ötesinde, bir “tanıma”dır. Türkiye’nin bu coğrafyada “büyük oyuncu” olarak tanınması, Türkiye’ye rağmen bu coğrafyada oyun kurulamayacağının kabulünün ifadesidir.
Süreç ve insanların tepkisi açıkça gösteriyor ki önümüzdeki süreçte göç meselesi olması gereken dengeye gelecek ve göç, bizim için “güç” haline gelecektir. Suriye’de büyükelçiliğini hizmete alan ilk ülke olmamız, bu süreçte dünyanın diğer ülkelerine nazaran konumumuzun ne olduğunu açıkça göstermektedir. Bu yeni dönemden Türkiye’nin beklentisi, Suriye’nin en kısa sürede normalleşmesi, en kısa zamanda çatışmasız, demokratik ve sağlıklı bir siyasal ortama, üniter yapıdan ve anayasal vatandaşlıktan asla taviz vermeden kavuşabilmesidir.
EN BÜYÜK ŞANSIMIZ
Yaşananlardan herkes mutlu, umutlu… Öte yandan, içeride 2028 Seçimlerine kadar altın değerinde, seçimsiz 3 koca yılımız var. Bu pozitif gelişmelerden kendi içimizde de yeni bir ivme üretme fırsatını kaçırmamamız lazım. Suriye politikasını tahkim etmeye, içeride terörü tamamen bitirmeye, enflasyondaki düşüşü kalıcı hale getirmeye, adaletten yerel yönetimlere kadar tüm alanlarda güçlenmeye, varsa eksikliklerimizi gidermeye, parti içinde de kadrolarımızı ve umutlarımızı yenilemek için bizce yeterli bir süre. Eğer bu üç yılı yeni bir AK Parti vizyonuyla değerlendirebilirsek hem ülkemize hem de dünyaya yeni bir gelecek armağan etme fırsatımız olacaktır. Tecrübemiz, istikrarımız ve güçlü liderliğimiz ise en büyük şansımızdır…
Türkiye sabretti, emek verdi, kararlı ve dik bir duruş sergiledi. Gelecek yıllarda, 13 yıllık “Ensar Duruşu”muzun nasıl güçlü bir kazanıma dönüşeceğini, hep birlikte göreceğiz. Elbette ki sıkıntılar ve zorluklar yaşandı ama sonu güzel oldu. Tüm dünya da kabul ediyor ki, biz bu meseleden güçlenerek çıktık. Türkiye’nin, sınırlarının ötesinde bir büyüklüğü olduğunu görerek ve göstererek; belki de en önemlisi, Orta Doğu’da kardeşliği tahkim ederek, birilerinin dediği gibi “bataklık” olmadığını göstererek, bu süreçten çıktık.
Yol açık, rota doğru, kaptan tecrübeli…
Hamdolsun…
Cumhuriyet Türkiyesi’nde bir mesele olarak laiklik
Sykes-Picot’tan Google Maps’e: Orta Doğu’da harita savaşları