World News

2025 ABD ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİ BELGESİ

Giriş

Dünyanın halen birçok konuda öncü devleti olan Amerika Birleşik Devletleri’nde, Beyaz Saray’da yaşayan ABD Başkanı ve hükümetinin koordinasyonunda hazırlanan ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Washington’ın güncel güvenlik perspektiflerini ortaya koyan çok önemli bir belgedir. Trump yönetimince hazırlanan 2025 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, geçtiğimiz Kasım ayında yayımlanmıştır. Bu yazıda, bu belge özetlenecek ve tartışılacaktır.

Belgenin Özeti

4 bölümden oluşan belgenin ilk bölümü, ikinci Donald Trump dönemi Amerikan stratejisini özetlemektedir. Bu bölümde, önceki stratejilerde hatalar yapıldığı belirtilerek, ABD’nin önümüzdeki on yıllar boyunca dünyanın en güçlü, en zengin, en kudretli ve en başarılı ülkesi olarak kalmasını sağlamak için, ABD’nin dünyayla nasıl etkileşim kuracağı konusunda tutarlı ve odaklanmış bir stratejiye ihtiyacı olduğu vurgulanmaktadır. Amerikan yönetimine göre, stratejinin temel amacı daima temel ulusal çıkarların korunması olmalıdır. Bu anlamda, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Washington tarafından tutarlı ve kapsamlı bir strateji oluşturulamamış ve daha ziyade ABD’nin küresel sisteme liderlik etmesi temelinde görüşler geliştirilmiştir. Ancak bu, yeni ABD yönetimine göre yanlış bir eğilim olup, diğer devletlerin işlerine Washington ancak kendi çıkarlarını doğrudan ilgilendiriyorsa müdahil olma ve yön verme eğiliminde olmalıdır. Bu anlamda, yeni ABD yönetimi, üzerindeki yükleri azaltmak istemektedir. Zira ABD gibi dev bir ekonominin bile tüm dünyaya yön verecek ölçüde muazzam kaynakları yoktur. Bu nedenle, ABD, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeli ve yükü diğer müttefiklerle paylaşmalıdır. Belgeye göre, Başkan Trump, bunu fark etmiş ve ABD’yi diğer devletler gibi kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket edecek Realist bir çizgiye oturtmak istemektedir.

Belgenin ikinci bölümünde, ABD’nin günümüzde stratejik olarak neleri başarmak istediği açıklanmaktadır. Ulusal Güvenlik Belgesi’ne göre, Başkan Trump yönetimi, her şeyden önce ABD’nin bağımsız ve egemen bir Cumhuriyet olarak varlığını sürdürmesini amaçlamaktadır. Bu anlamda, ABD topraklarını yabancı saldırılar ve espiyonaj faaliyetlerinden korumak, uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, yıkıcı propaganda vs. gibi tehditlerden korumak Washington için öncelikli bir meseledir. Bu bağlamda yeni yönetim için en temel konulardan birisi, ülke topraklarına yasadışı girişleri önlemek ve yurt dışından ABD içerisine insan hareketliliği konusunda sınırlarda tam kontrol sağlayabilmektir. Buna ek olarak, dış tehditlere karşı daha dayanıklı güçlü bir ulusal altyapı oluşturulması şarttır. ABD Ordusu’nun güçlü ve zinde tutulması, bu doğrultuda yapılacak en önemli adımlardan birisidir. Bu doğrultuda, Altın Kubbe gibi hava savunma sistemleri ve modern nükleer caydırıcılıkla ABD’nin askeri üstünlüğünün korunması çok önemli bir başlıktır. Ek olarak, ABD ekonomisinin dünyanın en canlı ve dinamik ekonomisi olması sağlanmak istenmektedir. Bunun için dünyanın en güçlü sanayi tabanı oluşturulmalıdır. Güçlü, üretken ve yenilikçi bir enerji sektörünün de desteğiyle ABD’nin 21. yüzyılda da en güçlü devlet olmasını sağlamak adına, hasım devletlerin mülkiyet haklarına saldırıları da önlenmelidir. Ek olarak, ABD’nin artan yumuşak gücüyle gelecek için güvenli adımlar atılmalıdır. ABD’nin bu doğrultuda dünyadan beklentisi ise, Batı yarımkürenin istikrarlı kalması ve bu doğrultuda yasadışı göç faaliyetlerinin kontrol altına alınmasıdır. Keza uyuşturucu kartelleri, teröristler ve suç örgütlerine karşı sert bir mücadele verilmelidir.

Belgenin üçüncü bölümünde, bu hedefler doğrultusunda kullanılacak uygun enstrümanlar/politika setleri açıklanmaktadır. ABD, dünyanın en imrenilesi ülkesi konumunu, dünya lideri varlıkları, kaynakları ve avantajlarıyla korumakta ve bu bağlamda şu politika setleri uygulanmaktadır:

• Yönünü düzeltebilen, hâlâ çevik bir siyasi sistem;

• Hem stratejik çıkarlara yatırım yapılacak zenginlik üreten, hem de Amerikan pazarına erişmek isteyen ülkeler üzerinde kaldıraç sağlayan dünyanın en büyük ve en yenilikçi ekonomisi;

• Doların küresel rezerv para birimi statüsü de dahil olmak üzere dünyanın önde gelen finans sistemi ve sermaye piyasaları;

• Ekonomiyi destekleyen, ABD Ordusu’na niteliksel bir üstünlük sağlayan ve küresel Amerikan etkisini güçlendiren dünyanın en gelişmiş, en yenilikçi ve en kârlı teknoloji sektörü;

• Dünyanın en güçlü ve yetenekli ordusu;

• Dünyanın stratejik açıdan en önemli bölgelerindeki antlaşma müttefikleri ve ortaklarıyla geniş bir ittifak ağı;

• Bol doğal kaynaklara sahip, kıskanılacak bir coğrafyada fiziksel olarak baskın rakip güçlerin olmaması, askeri işgal riski taşımayan sınırlar ve diğer büyük güçlerin uçsuz bucaksız okyanuslarla ayrılmış olması;

• Eşsiz Amerikan “yumuşak gücü” ve kültürel etki;

• Amerikan halkının cesareti, iradesi ve vatanseverliği.

Belgenin dördüncü ve son bölümü, bu doğrultuda uygulanacak stratejilerin bileşenlerini işaret etmektedir. “İlkeler” başlıklı ilk bölümde, Başkan Trump’ın dış politikası, “pragmatist” olmadan pragmatik, “realist” olmadan gerçekçi, “idealist” olmadan ilkeli, “şahin” olmadan güçlü ve “güvercin” olmadan ölçülü olarak izah edilerek, siyasi bir ideolojiden çok Amerikan çıkarlarına dayandığı vurgulanmaktadır. Bunun Trump dilindeki formülü ise şudur: “Önce Amerika” (America First). Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, “barışın Başkanı” olarak tanımladığı Donald Trump’ın bir yıldan kısa sürede 8 farklı çatışmayı durdurmayı başardığı vurgulanmakta ve bu bağlamda Kamboçya ile Tayland, Kosova ile Sırbistan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ile Ruanda, Pakistan ile Hindistan, İsrail ile İran, Mısır ile Etiyopya, Ermenistan ile Azerbaycan ve Gazze’deki Hamas-İsrail Savaşı şeklinde bu 8 çatışma sıralanmaktadır. Yeni Amerikan yönetimi, dünyanın savaşlar içerisinde yanmasına karşı çıkmakta ve bunun ABD’yi de olumsuz etkileyeceğini öngörmektedir. Bu bağlamda, Başkan Trump, bir cerrah hassasiyetiyle sorunları çözümlemeye ve çözmeye çalışmaktadır. Başkan Trump, Amerikan dış, savunma ve istihbarat politikalarının şu temel ilkeler tarafından yönlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir:

• Ulusal Çıkarların Odaklanmış Tanımı: En azından Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, yönetimler, genellikle Amerika’nın “ulusal çıkarları” tanımını genişletmeyi amaçlayan Ulusal Güvenlik Stratejileri yayınlamıştır. Ancak her şeye odaklanmak, hiçbir şeye odaklanmamaktır. Bu nedenle, Amerika’nın temel ulusal güvenlik çıkarları odak noktaları olmalıdır.

• Güç Yoluyla Barış: Güç, en iyi caydırıcıdır. Ülkeler veya diğer aktörler, Amerikan çıkarlarını tehdit etmekten yeterince caydırılırsa bunu yapmayacaklardır.

• Müdahale Etmeme Eğilimi: Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde, ABD’nin kurucuları, diğer ulusların işlerine müdahale etmeme konusunda açık bir tercih ortaya koymuş ve bunun temelini netleştirmiştir. Tıpkı tüm insanların Tanrı tarafından verilmiş eşit doğal haklara sahip olması gibi, tüm uluslar da “doğanın yasaları ve doğanın Tanrısı” tarafından birbirlerine göre “ayrı ve eşit bir konuma” sahiptir. Bu nedenle, haklı bir müdahalenin ne olduğunu belirlemek için yüksek bir standart belirlemelidir.

• Esnek Gerçekçilik: ABD politikası, diğer uluslarla ilişkilerinde neyin mümkün ve arzu edilebilir olduğu konusunda gerçekçi olacaktır. Dünyanın uluslarıyla iyi ilişkiler ve barışçıl ticari ilişkiler kurulması hedeflenmektedir; ancak onlara geleneklerinden ve tarihlerinden büyük ölçüde farklı demokratik veya diğer sosyal değişimler dayatılmayacaktır. Bu gerçekçi değerlendirmeye göre, hareket etmenin veya yönetim sistemleri ve toplumları ABD’den farklı olan ülkelerle iyi ilişkiler sürdürmenin hiçbir tutarsızlığı veya ikiyüzlülüğü yoktur.

• Ulusların Üstünlüğü: Dünyanın temel siyasi birimi ulus-devlettir ve öyle kalacaktır. Bütün ulusların kendi çıkarlarını ön planda tutması ve egemenliklerini koruması doğal ve adildir. Dünya, uluslar kendi çıkarlarını önceliklendirdiğinde en iyi şekilde işler. Amerika Birleşik Devletleri, kendi çıkarlarını ön planda tutacak ve diğer uluslarla ilişkilerinde onları da kendi çıkarlarını önceliklendirmeye teşvik edecektir.

• Egemenlik ve Saygı: Amerika Birleşik Devletleri, kendi egemenliğini tereddütsüz olarak koruyacaktır. Bu, ulus-ötesi ve uluslararası örgütler tarafından aşınmanın önlenmesini, yabancı güçlerin veya kuruluşların Amerikan söylemlerini sansürleme veya vatandaşlarının ifade özgürlüğünü kısıtlama girişimlerinin engellenmesini, Amerikan politikalarını yönlendirmeyi veya ABD’yi yabancı çatışmalara dahil etmeyi amaçlayan lobi ve etki operasyonlarını durdurmayı da kapsar.

Bu doğrultuda öncelikler ise şöyle belirlenmiştir:

• Kitlesel Göç Çağının Sona Erdirilmesi: Bir ülkenin sınırlarına kimi kabul ettiği kaçınılmaz olarak o ülkenin geleceğini belirleyecektir. Kendini egemen sayan her ülkenin geleceğini belirleme hakkı ve görevi vardır. Tarih boyunca egemen uluslar kontrolsüz göçü yasaklamış ve vatandaşlığı nadiren yabancılara vermiş, ayrıca bu yabancıların da zorlu kriterleri karşılamaları gerekmiştir. Batı’nın son on yıllardaki deneyimi bu kalıcı bilgeliği doğrulamaktadır. Dünya genelindeki ülkelerde kitlesel göç, iç kaynakları zorlamış, şiddeti ve diğer suçları arttırmış, sosyal uyumu zayıflatmış, işgücü piyasalarını bozmuş ve ulusal güvenliği baltalamıştır. Bu nedenle, kitlesel göç çağı sona ermelidir. Sınır güvenliği, ulusal güvenliğin temel unsurudur. Bu, ABD’nin egemen bir cumhuriyet olarak hayatta kalması için temeldir.

• Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması: Amerikan hükümetinin amacı, Amerikan vatandaşlarının Tanrı tarafından verilmiş doğal haklarını güvence altına almaktır. Bu amaçla, Amerikan hükümetinin kurumlarına geniş yetkiler verilmiştir. Bu yetkiler, “radikalleşmeyi önleme”, “demokrasiyi koruma” veya başka herhangi bir bahane altında asla kötüye kullanılmamalıdır. Bu yetkiler kötüye kullanıldığında, kötüye kullananlar hesap vermelidir. Özellikle, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ve ortak hükümeti seçme ve yönlendirme hakkı, asla ihlal edilmemesi gereken temel haklardır. Bu ilkeleri paylaşan veya paylaştığını söyleyen ülkelerle ilgili olarak, ABD, bu ilkelerin harfiyen ve ruhen korunmasını güçlü bir şekilde savunacaktır. Avrupa’da, İngilizce konuşulan ülkelerde ve demokratik dünyanın geri kalanında, özellikle müttefikler arasında, elitler tarafından yönlendirilen demokrasi karşıtı uygulamalara karşı çıkılacaktır.

• Yük Paylaşımı ve Yük Aktarımı: ABD’nin tüm dünya düzenini Atlas gibi desteklediği günler sona ermiştir. Birçok müttefik ve ortak arasında, bölgeleri için birincil sorumluluğu üstlenmesi ve kolektif savunmaya çok daha fazla katkıda bulunması gereken düzinelerce zengin ve gelişmiş ülke bulunmaktadır. Başkan Trump, NATO ülkelerinin GSYİH’lerinin yüzde 5’ini savunmaya harcamasını taahhüt eden Lahey Taahhüdü ile yeni bir küresel standart belirlemiş ve NATO müttefikleri de bunu onaylamıştır. Üye devletler, şimdi bunu yerine getirmek zorundadırlar. Başkan Trump, güvenlik ve tüm diğer konularda sorumluluk paylaşımını talep etmektedir. Bu yaklaşım, yüklerin paylaşılmasını ve tüm bu çabaların daha geniş bir meşruiyetten yararlanmasını sağlamaktadır. Model, teşvikleri uyumlu hale getirmek, benzer düşünen müttefiklerle yükleri paylaşmak ve uzun vadeli istikrarı temel alan reformlarda ısrar etmek için ekonomik araçları kullanan hedefli ortaklıklar olacaktır. Bu stratejik netlik, ABD’nin düşmanca ve yıkıcı etkilere etkili bir şekilde karşı koymasına olanak tanırken, geçmişteki çabaları baltalayan aşırı yayılma ve dağınık odaklanmadan kaçınmasını sağlayacaktır. Ayrıca, ABD, ticari konularda daha elverişli muamele, teknoloji paylaşımı ve savunma tedariki yoluyla, komşuluklarındaki güvenlik için daha fazla sorumluluk üstlenmeye ve ihracat kontrollerini bizimkilerle uyumlu hale getirmeye istekli olan ülkelere yardım etmeye hazır olacaktır.

• Barış Yoluyla Yeniden Uyum: Başkan Trump’ın yönlendirmesiyle, acil temel çıkarlar dışında kalan bölgelerde ve ülkelerde bile barış antlaşmaları aramak, istikrarı arttırmanın, Amerika’nın küresel etkisini güçlendirmenin, ülkeleri ve bölgeleri çıkarlar doğrultusunda yeniden hizalamanın ve yeni pazarlar açmanın etkili bir yoludur.

• Ekonomik Güvenlik: Son olarak, ekonomik güvenlik ulusal güvenliğin temeli olduğundan, Amerikan ekonomisini daha da güçlendirmek için çalışılacaktır. Bu doğrultuda, özellikle şu konulara odaklanılacaktır: Dengeli Ticaret, Kritik Tedarik Zincirlerine ve Malzemelere Erişimin Güvence Altına AlınmasıYeniden EndüstrileşmeSavunma Sanayiinin CanlandırılmasıEnerji Hâkimiyeti, Amerika’nın Finans Sektöründeki Hakimiyetini Koruma ve Geliştirme.

Bu bağlamda, dördüncü bölümün üçüncü ve son kısmında ise kritik bölgeler belirlenmiştir:

A. Batı Yarımküre: Monroe Doktrini’ne Trump Eki

Yıllarca süren ihmalin ardından, ABD, Batı yarımküredeki Amerikan üstünlüğünü yeniden tesis etmek ve bölgedeki kilit coğrafyalara erişimi korumak için Monroe Doktrini’ni yeniden savunacak ve uygulayacaktır. Yarımküre dışı rakiplerin, Batı yarımkürede güç veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırma veya stratejik olarak hayati öneme sahip varlıklara sahip olma veya bunları kontrol etme yeteneği kabul edilmeyecektir. Monroe Doktrini’ne bu “Trump Eki”, Amerikan güvenlik çıkarlarıyla tutarlı, sağduyulu ve güçlü bir Amerikan gücü ve önceliklerinin yeniden tesis edilmesidir. ABD, Batı Yarımküredeki askeri varlığını yeniden gözden geçirererek 4 konuya odaklanacaktır:

• Küresel askeri varlığın, özellikle bu stratejide belirlenen görevler olmak üzere, yarımküredeki acil tehditleri ele almak ve son on yıllarda veya yıllarda Amerikan ulusal güvenliğine göre önemi azalan bölgelerden uzaklaşmak üzere yeniden düzenlenmesi;

• Deniz yollarını kontrol etmek, yasadışı ve diğer istenmeyen göçü engellemek, insan ve uyuşturucu kaçakçılığını azaltmak ve kriz anında önemli geçiş yollarını kontrol etmek için daha uygun bir Sahil Güvenlik ve Donanma varlığı;

• Sınırı güvence altına almak ve kartelleri yenmek için hedefli konuşlandırmalar, gerektiğinde son birkaç on yıldaki başarısız kolluk kuvvetleri stratejisinin yerini alacak şekilde ölümcül güç kullanımı da dahil strateji;

• Stratejik olarak önemli yerlerde erişimin kurulması veya genişletilmesi.

B. Asya: Ekonomik Geleceği Kazanın, Askeri Çatışmayı Önleyin

Başkan Trump, 30 yılı aşkın süredir devam eden hatalı Amerikan varsayımlarını tek başına tersine çevirmiş ve Çin hakkında, yani Amerikan pazarlarını Çin’e açarak Amerikan işletmelerini Çin’e yatırım yapmaya teşvik ederek ve üretimi Çin’e dış kaynak olarak vererek, Çin’in sözde “kurallara dayalı uluslararası düzene” girmesini kolaylaştıracağı varsayımını değiştirmiştir. Zira diğer türlü politikalarla Çin zenginleşmiş ve güçlenmiş ve zenginliğini ve gücünü önemli ölçüde kendi avantajına kullanmıştır. Amerikan elitleri—her iki siyasi partinin dört ardışık yönetimi boyunca—Çin’in stratejisinin ya gönüllü destekleyicileri ya da inkârı halinde olmuşlardır. Hint-Pasifik bölgesi, günümüzde, satın alma gücü paritesi (PPP) bazında dünyanın GSYİH’sının neredeyse yarısı ve nominal GSYİH bazında üçte birinin kaynağıdır. Bu payın 21. yüzyıl boyunca artacağı kesindir. Bu da, Hint-Pasifik’in halihazırda ve gelecek yüzyılın en önemli ekonomik ve jeopolitik mücadele alanlarından biri olmaya devam edeceği anlamına gelmektedir. Oysa ABD’de başarılı olmak için orada da başarılı bir şekilde rekabet edilmelidir. Başkan Trump, Ekim 2025 seyahatleri sırasında, ticaret, kültür, teknoloji ve savunma alanlarındaki ABD’nin bölgedeki güçlü bağlarını daha da derinleştiren ve özgür ve açık bir Hint-Pasifik’e olan bağlılıklarını yeniden teyit eden önemli anlaşmalar imzalamıştır.

Bunu başarmak için birkaç şey şarttır.

Birincisi, ABD, ekonomisini ve halkını herhangi bir ülke veya kaynaktan gelebilecek zararlardan korumalı ve savunmalıdır. Bu, (diğer şeylerin yanı sıra) şunlara son vermek anlamına gelir:

• Yırtıcı, devlet yönlendirmeli sübvansiyonlar ve endüstriyel stratejiler;

• Adil olmayan ticaret uygulamaları;

• İş kaybı ve sanayisizleşme;

• Büyük ölçekli fikri mülkiyet hırsızlığı ve endüstriyel casusluk;

• ABD’nin kritik kaynaklara erişimini riske atan tedarik zincirlerine yönelik tehditler;

• Amerika’nın opioid salgınını körükleyen fentanil öncüllerinin ihracatı;

• Propaganda, etki operasyonları ve diğer kültürel yıkıcılık biçimleri.

İkinci olarak, ABD, kendi 30 trilyon dolarlık ulusal ekonomisine 35 trilyon dolarlık ek ekonomik güç katan (dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan) müttefik ve ortaklarla birlikte, yırtıcı ekonomik uygulamalara karşı koymak ve dünya ekonomisindeki öncü konumlarını korumak ve müttefik ekonomilerin herhangi bir rakip güce bağımlı hale gelmemesini sağlamak için çalışmalıdır. Yeni Delhi’yi, Avustralya, Japonya ve ABD ile devam eden dörtlü işbirliği (QUAD) de dahil olmak üzere, Hint-Pasifik güvenliğine katkıda bulunmaya teşvik etmek için Hindistan ile ticari (ve diğer) ilişkiler geliştirilmeye devam edilecektir. Dahası, müttefiklerin ve ortakların eylemlerini, herhangi bir rakip ülkenin egemenliğini önleme konusundaki ortak çıkarlarla uyumlu hale getirmek için de çalışılacaktır.

Uzun vadede, Amerikan ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü korumak, büyük ölçekli bir askeri çatışmayı caydırmanın ve önlemenin en kesin yoludur. Olumlu bir konvansiyonel askeri denge, stratejik rekabetin temel bir bileşeni olmaya devam etmektedir. Tayvan’a haklı olarak büyük bir ilgi gösterilmektedir; bunun nedeni kısmen Tayvan’ın yarı iletken üretimindeki hâkimiyetidir, ancak çoğunlukla Tayvan’ın İkinci Ada Zinciri’ne doğrudan erişim sağlaması ve Kuzeydoğu ve Güneydoğu Asya’yı iki ayrı bölgeye ayırmasıdır. Küresel deniz taşımacılığının üçte birinin her yıl Güney Çin Denizi’nden geçtiği göz önüne alındığında, bunun ABD ekonomisi için büyük sonuçları vardır. Bu nedenle, Tayvan üzerindeki bir çatışmayı caydırmak, ideal olarak askeri üstünlüğü koruyarak, öncelikli bir konudur. İlgili bir güvenlik sorunu da herhangi bir rakibin Güney Çin Denizi’ni kontrol etme potansiyelidir. Bu, potansiyel olarak düşman bir gücün dünyanın en hayati ticaret yollarından birine geçiş ücreti sistemi dayatmasına veya daha da kötüsü, istediği zaman kapatıp yeniden açmasına olanak tanıyabilir. Bu iki sonuçtan herhangi biri ABD ekonomisine ve daha geniş ABD çıkarlarına zarar verecektir. Bu yolları açık tutmak, “geçiş ücreti”nden arındırmak ve bir ülke tarafından keyfi olarak kapatılmamasını sağlamak için gerekli caydırıcılıkla birlikte güçlü önlemler geliştirilmelidir. Bu, sadece askeri -özellikle deniz- yeteneklere daha fazla yatırım yapılmasını değil, aynı zamanda bu sorun ele alınmazsa Hindistan’dan Japonya’ya ve ötesine kadar zarar görecek her ulusla güçlü bir iş birliğini de gerektirecektir. Başkan Trump’ın Japonya ve Güney Kore’den artan yük paylaşımı konusundaki ısrarı göz önüne alındığında, bu ülkeleri, düşmanları caydırmak ve Birinci Ada Zinciri’ni korumak için gerekli olan yeni yetenekler de dahil olmak üzere yeteneklere odaklanarak savunma harcamalarını arttırmaya teşvik etmek önemli bir önceliktir. Ayrıca, Tayvan ve Avustralya ile ilişkilerde savunma harcamalarının arttırılması konusundaki kararlı söylem sürdürülürken, Batı Pasifik’teki askeri varlık da güçlendirilecektir.

C. Avrupa’nın Büyüklüğünü Teşvik Etmek

Amerikalı yetkililer, Avrupa sorunlarını yetersiz askeri harcamalar ve ekonomik durgunluk açısından düşünmeye alışmış durumdadır. Bunda bir doğruluk payı vardır; ancak Avrupa’nın gerçek sorunları daha da derindir.  Kıta Avrupası, küresel GSYİH’deki payını kaybetmektedir; 1990’da yüzde 25 olan pay, bugün yüzde 14’e düşmüştür. Bu düşüşün bir kısmı, yaratıcılığı ve çalışkanlığı baltalayan ulusal ve uluslararası düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. Ancak bu ekonomik gerileme, medeniyetin yok oluşunun gerçek ve daha çarpıcı olasılığıyla gölgede kalmaktadır. Avrupa’nın karşı karşıya olduğu daha büyük sorunlar arasında, siyasi özgürlüğü ve egemenliği baltalayan Avrupa Birliği (AB) ve diğer uluslararası kuruluşların faaliyetleri, kıtayı dönüştüren ve çatışma yaratan göç politikaları, ifade özgürlüğünün sansürlenmesi ve siyasi muhalefetin bastırılması, düşen doğum oranları ve ulusal kimliklerin ve özgüvenin kaybı yer almaktadır. Mevcut eğilimler devam ederse, kıta 20 yıl veya daha kısa sürede tanınmaz hale gelecektir. Bu bağlamda, bazı Avrupa ülkelerinin güvenilir müttefik olarak kalabilmek için yeterince güçlü ekonomilere ve ordulara sahip olup olmayacağı bile hiç de açık değildir. Bu ülkelerin çoğu şu anda mevcut yollarında ilerlemeye devam etmektedir. ABD, Avrupa’nın Avrupa olarak kalmasını, medeniyetsel özgüvenini yeniden kazanmasını ve düzenleyici boğmaya yönelik başarısız odağını terk etmesini istemektedir. Bu özgüven eksikliği, Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerinde en belirgin şekilde görülmektedir. Avrupa müttefikleri, nükleer silahlar hariç neredeyse her ölçüde Rusya’ya karşı önemli bir sert güç avantajına sahip. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı sonucunda Avrupa’nın Rusya ile ilişkileri şu anda oldukça zayıflamış durumdadır. Birçok Avrupalı devlet, ​​Rusya’yı varoluşsal bir tehdit olarak görmektedir. Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerini yönetmek, hem Avrasya kara kütlesi genelinde stratejik istikrar koşullarını yeniden tesis etmek, hem de Rusya ile Avrupa devletleri arasındaki çatışma riskini azaltmak için önemli bir ABD diplomatik müdahalesini gerektirecektir. Avrupa ekonomilerini istikrara kavuşturmak, savaşın istenmeyen tırmanışını veya genişlemesini önlemek ve Rusya ile stratejik istikrarı yeniden tesis etmek ve Ukrayna’nın çatışmalar sonrası yeniden inşasını mümkün kılarak varlığını sürdürebilir bir devlet olarak sürdürmesini sağlamak amacıyla, Ukrayna’daki düşmanlıkların hızla sona erdirilmesi için müzakere etmek ABD’nin temel çıkarlarından birisidir.

Avrupa’ya yönelik geniş kapsamlı politika şu öncelikleri içermelidir:

• Avrupa içinde istikrar koşullarını ve Rusya ile stratejik istikrarı yeniden tesis etmek;

• Avrupa’nın kendi ayakları üzerinde durmasını ve herhangi bir düşman gücün egemenliğine girmeden, kendi savunmasının birincil sorumluluğunu üstlenerek, uyumlu egemen uluslardan oluşan bir grup olarak faaliyet göstermesini sağlamak;

• Avrupa ülkeleri içinde Avrupa’nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirmek;

• Avrupa pazarlarını ABD mal ve hizmetlerine açmak ve ABD işçilerine ve işletmelerine adil muamele edilmesini sağlamak;

• Ticari bağlar, silah satışları, siyasi iş birliği ve kültürel ve eğitimsel değişimler yoluyla Orta, Doğu ve Güney Avrupa’nın sağlıklı uluslarını inşa etmek;

• NATO’nun sürekli genişleyen bir ittifak olduğu algısına son vermek ve bu gerçekliği engellemek;

• Avrupa’yı merkantilist aşırı kapasite, teknolojik hırsızlık, siber casusluk ve diğer düşmanca ekonomik uygulamalarla mücadele etmek için harekete geçmeye teşvik etmek.

D. Ortadoğu: Yükleri Değiştirin, Barışı İnşa Edin

En azından yarım yüzyıldır, Amerikan dış politikası Ortadoğu’yu diğer tüm bölgelerden daha öncelikli hale getirdi. Bunun nedenleri açıktır: Ortadoğu, onlarca yıldır dünyanın en önemli enerji tedarikçisiydi, süper güçlerin rekabetinin başlıca alanıydı ve daha geniş bir dünyaya, hatta ABD kıyılarına yayılma tehdidinde bulunan çatışmalarla doluydu. Bugün, bu dinamiklerden en az ikisi artık geçerli değil. Enerji kaynakları büyük ölçüde çeşitlendi ve ABD bir kez daha net enerji ihracatçısı oldu. Süper güç rekabeti yerini büyük güç çekişmelerine bıraktı ve bu çekişmelerde, ABD, Başkan Trump’ın Körfez’deki Arap ortakları ve İsrail ile ittifakları başarılı bir şekilde yeniden canlandırmasıyla daha da güçlenen kıskanılacak konumu koruyor. Çatışma, Ortadoğu’nun en sorunlu dinamiği olmaya devam ediyor; ancak bugün bu sorun, manşetlerin inandırabileceğinden daha az şey ifade ediyor. Bölgenin başlıca istikrarsızlaştırıcı gücü olan İran İslam Cumhuriyeti, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in eylemleri ve Başkan Trump’ın Haziran 2025’teki Gece Yarısı Çekiç Operasyonu ile büyük ölçüde zayıfladı; bu operasyon, İran’ın nükleer programını önemli ölçüde zayıflattı. İsrail-Filistin çatışması hâlâ çetrefilli olsa da, Başkan Trump’ın müzakere ettiği ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması sayesinde daha kalıcı bir barışa doğru ilerleme kaydedildi. Hamas’ın başlıca destekçileri zayıflatıldı veya geri çekildi. Suriye potansiyel bir sorun olmaya devam ediyor, ancak Amerikan, Arap, İsrail ve Türk desteğiyle istikrara kavuşabilir ve bölgede bütünleyici, olumlu bir oyuncu olarak hak ettiği yeri yeniden alabilir. Ancak Ortadoğu’nun hem uzun vadeli planlamada, hem de günlük uygulamada Amerikan dış politikasına hâkim olduğu günler şükürler olsun ki geride kaldı; Ortadoğu artık önemli olmadığı için değil, bir zamanlar olduğu gibi sürekli bir rahatsızlık kaynağı ve yakın bir felaketin potansiyel kaynağı olmadığı için dış politikaya hâkim değil. Daha ziyade, bir ortaklık, dostluk ve yatırım alanı olarak ortaya çıkıyor; bu, memnuniyetle karşılanması ve teşvik edilmesi gereken bir eğilim. Nitekim Başkan Trump’ın Arap dünyasını barış ve normalleşme arayışıyla Şarm el-Şeyh’te birleştirme becerisi, ABD’nin nihayet Amerikan çıkarlarına öncelik vermesini sağlayacaktır.

E. Afrika

Amerika’nın Afrika politikası, çok uzun bir süredir liberal ideolojiyi yaymaya ve yaymaya odaklandı. ABD, çatışmaları hafifletmek, karşılıklı yarar sağlayan ticaret ilişkilerini geliştirmek ve dış yardım paradigmasından, Afrika’nın bol doğal kaynaklarını ve gizli ekonomik potansiyelini kullanabilecek bir yatırım ve büyüme paradigmasına geçiş yapmak için belirli ülkelerle ortaklık kurmaya çalışmalıdır. Katılım fırsatları arasında, devam eden çatışmalara (örneğin, Kongo Demokratik Cumhuriyeti-Ruanda, Sudan) yönelik çözümlerin müzakere edilmesi ve yenilerinin önlenmesi (örneğin, Etiyopya-Eritre-Somali) ve yardım ve yatırıma yaklaşımı değiştirmeye yönelik adımlar (örneğin, Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası) yer alabilir. Ayrıca, uzun vadeli herhangi bir Amerikan varlığı veya taahhüdünden kaçınırken, Afrika’nın bazı bölgelerinde yeniden canlanan İslamcı terörist faaliyetlere karşı dikkatli olunmalıdır. ABD, Afrika ile yardım odaklı bir ilişkiden, pazarlarını ABD mal ve hizmetlerine açmaya kararlı, yetenekli ve güvenilir devletlerle ortaklıkları destekleyen ticaret ve yatırım odaklı bir ilişkiye geçmelidir. ABD’nin Afrika’ya yatırım yapabileceği ve iyi bir yatırım getirisi beklentisi olan alanlar arasında enerji sektörü ve kritik mineral geliştirme yer almaktadır. ABD destekli nükleer enerji, sıvılaştırılmış petrol gazı ve sıvılaştırılmış doğal gaz teknolojilerinin geliştirilmesi, ABD işletmeleri için kâr sağlayabilir ve kritik mineraller ve diğer kaynaklar için rekabette Amerikalılara yardımcı olabilir.

Belgenin Analizi

Belge, ABD’nin Donald Trump döneminde gözlemlenen ve Realizm esintili yeni doktrinini somutlaştıran bir metindir. Belgede, çok net olarak dış politikaya artık tamamen ulusal çıkarlar temelinde yaklaşılacağı ve müttefiklerden daha fazla sorumluluk almalarının talep edileceği belirtilmektedir. Bu bağlamda öne çıkan bazı hususlar şunlardır:

  • Belgede tam 21 defa geçen Çin, ABD’nin başlıca stratejik rakibi olarak görülmektedir. Çin konusunda, ekonomik ilişkileri ulusal çıkarlara göre reorganize etmek ve azaltmak ve Güney Çin Denizi’nde olası bir Çin hâkimiyetini QUAD gibi girişimlerle durdurmak hedeflendiği belirtilmiştir.
  • Belgede, Avrupa bağlamında, sağ popülist çizgideki ırkçı-aşırıcı hareketlere destek verileceği ve Avrupa Birliği’nin dost değil, hasım ve anti-demokratik bir yapı olarak görüldüğü belirtilmiştir. Bu bağlamda, Avrupa’nın medeniyetini kaybetmekte olduğu ve bu nedenle daha sert ve milliyetçi politikalara yönelmesi gerektiği ifade edilmektedir.
  • 2025 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, Rusya da dost kategorisinde değerlendirilmese de, bu ülkeyle ilişkilerde Avrupa ülkelerinin Moskova’yı varoluşsal tehdit olarak algılayan bakış açılarının değiştirilerek sorunun çözülmesi ve Ukrayna Savaşı’na diplomasi yoluyla son verilmesi gibi fikirler öne çıkmaktadır.
  • Raporda, İran, istikrarsızlaştırıcı bir güç olarak hasım sınıfında değerlendirilmektedir.
  • Belge, Monroe Doktrini’nin yeniden canlandırılmasını ve Orta ve Güney Amerika’da ABD kontrolünün sağlanmasını öngörmektedir.
  • Raporda, savunma harcamalarının arttırılması, Amerikan gücünün maksimize edilmesi ve ABD’yi doğrudan ilgilendirmeyen konulara kaynak ayrılmaması gibi içe kapanmacı eğilimler de fark edilmekte ve önceki dönem müdahaleci ABD dış politikasından farklılaşıldığı anlaşılmaktadır.
  • Rapor, ABD’nin demokrasi ve ideallerden ziyade çıkarlar odaklı hareket edeceğini net şekilde ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, 2025 ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Trump yönetiminin popülist karakterli halkçı yönünü belirginleştiren, askeri güce dayalı sertlik politikalarını teşvik eden, AB’nin liberal eğilimlerini zararlı gören ve Çin’i ABD makro siyasetinde temel rakip olarak işaret eden önemli bir dokümandır. Monroe Doktrini vurgusu ise, ABD’nin yaklaşan Venezuela askeri hareketliliği politikasına dair önemli bir sinyal olarak değerlendirilebilir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Читайте на сайте