World News in Turkish

SURİYE’DE NELER OLDU?

SURİYE’DE NELER OLDU?

Geçtiğimiz günlerde Suriye’de yaşanan ve Türkiye’yi hedef alan “gösteriler”, mülteciler konusunda devlet politikasında öngölülen değişikliğin sokaklara yansıması/yansıtılmasıydı. 

Yeni komşularımız olan ABD de, Rusya da Türkiye’nin mülteciler konusundaki bu politika değişikliğinden rahatsız olmuşlardı. Avrupa Birliği’nin de, Ortadoğu’yu hala eski arka bahçeleri olarak gören İngiltere ve Fransa’nın da, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir televizyon programında dillendirdiği bu politika değişikliğinden memnun oldukları söylenemez. 

Eskİ MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, katıldığı bir televizyon programında yaptığı değerlendirmede, “3. Dünya Savaşı ihtimali var” diyordu; “Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri gerektiğini” savunuyordu. Türkiye’nin politika değişikliği olarak değerlendirilen bu gelişme, “Suriye’nin bozulan demografik yapısının yeniden düzeltilmesini de sağlayabilecekti.” Esad, ülkesine dönen vatandaşlarıyla yeni bir sayfa açacak, PKK/PYD/YPG ile mücadelede elini güçlendirmiş olacaktı. Daha da önemlisi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ifade ettiği gibi Türkiye, ülkesini güney sınırları boyunca kuşatacak bir “Terörisan” kuşağının oluşturulmasını Suriye ile elele vererek önlemiş olacaktı.  

Fakat, her küresel aktörün Suriye’ye ilişkin değişik hesapları vardı. Bu hesapların ortak bir paydada toplanamaması, küresel çapta 3. Dünya Savaşı olarak nitelenen bir mücadelenin yaşanmasına neden oluyordu. 

Dönemin ABD Başkanı Trump’ın, 5 Eylül 2018’in ilk saatlerinde (01.20) attığı teweete, Rusya Devlet Başkanı Putin,  savaş uçaklarından bombalar yağdırarak karşılık verince İdlib, dünya gündeminin ilk sırasına oturuvermişti. Trump attığı teweetinde, “İdlib’te yüzbinlerce kişi ölebilir” diyordu. Putin de, gün ışıyınca,  Trump’ın bu mesajına İdlib’i bombalayarak karşılık veriyordu. 

ABD İdlib’i, “Irak ve Suriye’nin kuzey bölümlerini birleştirerek Akdeniz’e uzanan bir Teröristan” kurma hedefinin önünde oluşturulmuş bir engel olarak görüyor, boşaltılmasını istiyordu. Aksi halde, “İdlib’te yüzbinlerce kişi ölebilirdi.”

İdlib konusunda iki küresel aktör arasında yaşanan bu restleşme, Türkiye tarafından dikkatle izleniyordu. Çünkü, bu restleşmenin üretebileceği sonuçlar, Türkiye açsından çok önemliydi; Türkiye açısından İdlib, giderek bir beka sorununa dönüşmekteydi. 

Buradaki halkın arasına karışan çeşitli terör örgütlerine mensup unsurlarla birlikte, İdlib’in nüfusu 3 milyonu aşmıştı. İdlib dediğimiz bölge, Suriye’nin kuzeybatısında, Hatay’ın güneydoğusunda yer alan bir yerleşim bölgesiydi. İdlib’in kuzeyindeki TSK destekli Suriye muhaliflerinin kontrolündeki Afrin de Türkiye açısından çok önemliydi. 

2015 yılının başlarından beri Esad muhalflerinin kontrolünde olan İdlib, aynı yılın Eylül ayında Rusya’nın, Esad’ın davet etmesiyle savaşa dahil olması sonrasında Suriye’nin en sorunlu bölgesi olmuştu. Bu süreçte Astana Süreci ortakları olan Türkiye, Rusya ve İran, Suriye’deki gerilimi azaltmak amacıyla, dört çatışmasızlık bölgesi oluşturmuşlardı. Bunlar arasında rejimin kontrolüne geçmeyen tek çatışmasızlık bölgesi olan İdlib’te TSK’ın 12 gözlem noktası vardı. 

Diğer çatışmasızlık bölgeleri olan Humus, Doğu Guta, Deraa ve Kuneytra gibi yerleşim birimlerinde yaşayanlar, buraların Esad’ın kontrolüne geçmesi sonrasında İdlib’e sığınmışlardı.

“EKONOMİNİZİ MAHVEDERİZ” 

BM’nin terörist listesinde olan El Kaide’nin bir uzantısı olan Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) idlib’in büyük bir bölümünü kontrol altında tutuyordu. El Kaide gibi Nusra’nın devamı olan HTŞ de BM’nin terör örgütleri listesindeydi. İdlib’te HTŞ’nin yanı sıra ÖSO gibi diğer rejim muhalifi gruplar, Çeçenler ve Doğu Türkistanlılar da yaşıyorlardı.  

Suriye coğrafyasında yaşanan paylaşım kavgasında İdlib’te yaşayan sivillerin, halkın arasına karışmış olan paralı askerlerin ne olacağını, burada yaşanacak bir hareketlenmenin Türkiye sınırında ne büyüklükte bir basınç oluşturacağını düşünen yoktu. Türkiye’nin kaygısı, İdlib’te düğümlenen soruna insani bir çözüm bulunmadığı takdirde, binlerce masum insanın ölecek olması ve milyonlarca insanın da canlarını kurtarabilmek için Türkiye sınırına dayanacak olmasıydı. 

Türkiye’nin kaygısı, Suriye konusundaki, “Teröristan” konusundaki direncini kırabilmek amacıyla Trump’ın savurduğu, “Ekonominizi mahvederiz” tehdidi sonrasında dolarda gözlenen yükseliş trendinin devam etmesiydi. Trump’ın, 5 Eylül 2018 sabahı savurduğu “İdlib’te yüzbinlerce kişi ölebilir” tehdidine, aynı gün öğle saatlerinde İdlib’i bombalayarak yanıt veren Putin de, yıllar sonra uygulanan yaptırımlarla cezalandırılmıştı. 

Türkiye, ABD’nin PKK/YPG terör örgütleriyle elele vererek oluşturmaya çalıştığı “Teröristan”a karşı çıktıkça tehdit edilmiş, yalnızlığa itilmiş, yeni dostlar arama zorunda bırakılmıştı. Türkiye’nin bu arayışları yanıtsız kalmamış, kaybeden ABD olmuştu. 

Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonuyla Cerablus ve El Bab’taki DEAŞ’ı, Zeytin Dalı operasyonuyla da Afrin’dek PKK/YPG’yi temizlemişti. TSK İdlib’te de benzer “temizlik” operasyonları başarıyla gerçekleştirebilirdi.Fakat, birileri, “Suriye’de kalıcı olabilir” kaygısıyla Türkiye’nin önünü açmıyordu. 

Türkiye ise, bütün olumsuz koşullara, bütün tehditlere rağmen, ülkesini güney sınırları boyunca kuşatacak, kültür coğrafyasıyla bağlarını kesecek ve ilerde “Vaad edilmiş topraklar”a eklenecek olan bir “Teröristan” kurulmasını engelleme çabasını kararlılıkla sürdürmüştü.. 

SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ

Astana Süreci ortakları, 7 Eylül 2019’da Tahran’da gerçekelştrdikleri toplantıda da bir kez daha belrttikleri gibi, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıydılar. Fakat, Esad’ın İdlib’i kontrol altına alması durumunda muhalifler, pazarlık masasında, “toprak” gibi en önemli kozlarını kaybetmiş olacaklardı. Geçen gün Suriye’de, Türkiye’nin kontrolündeki bölgede yaşananların bir nedeni de, “Türkiye Suriye konusundaki politikasını değiştirdi, sizleri Esad ile başbaşa bırakacak” propagandasıydı.   

Aslında Türkiye açısından Suriye’nin toprak bütünlüğü çok önemliydi; fakat bu mümkün olmadığında Türkiye, çeşitli örgütlere mensup terörist grupların bu ülkede yuvalanmalarına izin veremezdi. Aynı şekilde, ABD’nin düşlediği Türkiye’nin güney sınırları boyunca uzanacak bir “Teröristan” kurulmasına da asla razı olamazdı. O nedenle Türkiye, dönemin Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in araya girmesiyle Rusya ile olan ilişkilerinin normalleşmesinin hemen ardından, Suriye’deki terör yuvalarına önce Fırat Kalkanı, sonra da Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonlarını düzenlemişti. 

Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 Temmuz savrulmasına rağmen, Suriye’nin kuzeyindeki yerleşim birimlerinde halkın içine gizlenmiş teröristleri hedef alan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında, “meskun mahallerde halkın arasına gizlenmiş teröristler nasıl temizlenir” konusunda harp tarihinde ders olarak okutulacak başarılar sergilemişlerdi. 

GELİŞMELER POLİTİKA DEĞİŞİKLİĞİ GEREKTİRİNCE..

Geçtiğimiz günlerd Suriye’de yaşanan ve Türkiye’yi hedef alan “gösteriler”, mülteciler konusunda devlet politikasında öngölülen değişikliğin sokaklara yansıması/yansıtılmasıydı. 

Yeni komşularımız olan ABD de, Rusya da Türkiye’nin mülteciler konusundaki bu politika değişikliğinden rahatsız olmuşlardı. Avrupa Birliği’nin de, Ortadoğu’yu hala eski arka bahçeleri olarak gören İngiltere ve Fransa’nın da, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir televizyon programında dillendirdiği bu politika değişikliğinden memnun oldukları söylenemez. 

Eskİ MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, katıldığı bir televizyon programında yaptığı değerlendirmede, “3. Dünya Savaşı ihtimali var” diyordu; “Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri gerektiğini” savunuyordu. Türkiye’nin politika değişikliği olarak değerlendirilen bu gelişme, “Suriye’nin bozulan demografik yapısının yeniden düzeltilmesini de sağlayabilecekti.” Esad, ülkesine dönen vatandaşlarıyla yeni bir sayfa açacak, PKK/PYD/YPG ile mücadelede elini güçlendirmiş olacaktı. Daha da önemlisi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ifade ettiği gibi Türkiye, ülkesini güney sınırları boyunca kuşatacak bir “Terörisan” kuşağının oluşturulmasını Suriye ile elele vererek önlemiş olacaktı.  

Fakat, her küresel aktörün Suriye’ye ilişkin değişik hesapları vardı. Bu hesapların ortak bir paydada toplanamaması, küresel çapta 3. Dünya Savaşı olarak nitelenen bir mücadelenin yaşanmasına neden oluyordu. 

Esad,Türkiye’nin bu politika değişikliğini, ülkesini terketmek zorunda kalmış milyonlarca vatandaşını geri çağırarak, ülkesini yeniden inşa etme fırsatı olarak değerlendirebilirdi. Esad, “Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi koşuluyla masaya oturabilirim” diyordu. 

DEVAMI VAR...

Geçen gün Suriye’de, Türkiye’nin kontrol ettiği bölgede yaşanan olaylarda Türk kamu binaları, Türk TIR’ları ve hepsinden önemlisi Türk bayrakları hedef alınmıştı. Bu olay, nereden bakılırsa bakılsın, bir provokasyondur. Bir toplumsal kalkışma provasıdır; Türkiye’ye verilmiş bir mesajdır. “Türkiye’ye kim tarafından ne gibi bir mesaj verilmiştir?” sorusunun yanıtı önem kazanmaktadır.  

Günümüzde bölgemizde yaşanmakta olan gelişmeleri bir bütünün parçaları olarak değerlendirmemiz gerekir. Çünkü yalnız Suriye’nin değil. Irak’ın, İran’ın, Filistin’in, Türkiye’nin, özetle Ortadoğu’nun geleceğini konu alan bir senaryo gündemde. Suriye’de yaşanan üzücü olaylarda yakalananların çoğunun yabancı pasaport taşıyor olması, bizlere birşeyler anlatıyor. 

KONUYA BİR DE BU AÇIDAN BAKALIM

Cumhurbaşakanı Erdoğan’ın Kazakistan’ın Başkenti Astana’da gerçekleştirilen Şanghay İşbirlği Örgütü 24. Liderler Zirvesi’nde Putin ile yaptığı güler yüzlü görüşmelerin hemen ardından, NATO’nun 75. kuruluş yılı nedeniyle yapılacak zirveye katılmak üzere Washington’a gidecek olması, heriki cephenin de Türkiye’yi yanlarında görmek istediklerinin bir ifadesi olarak değerlendiriliyor. 

Astana’daki zirvede, Akkuyu ve Sinop nükleer sanralleri, Botaş-Gazprom işbirliği gibi konular paralelinde Türkiye’nin, jeostratejik konumuyla bölgenin enerji merkezi olarak öne çıkıyor olması, İsrail’i Ortadoğu’nun enerji terminaline dönüştürme hazırlıkları yapanları mutlaka rahatsız etmiştir. 

Ayrıca, “Kuşak ve Yol”un Orta Koridor’unun en önemli geçidinde yer alan Türkiye’nin, aynı küresel projenin 2700 km’lik Kaşgar-Gvadar hattını Basra Körfezi ve Irak üzerinden Türkiye’nin Ovacık sınır kapısına bağlayan Kalkınma Yolu’nu gündeme getirmesinin birilerini rahatsız ettiği bilinen bir gerçektir. 

Görüldüğü gibi, Türkiye’nin, Suriye devlet başkanı Esad ile görüşme konusunda iyi niyet beyan etmesi sorunların sona erdirilmesi için yeterli olmuyor. Suriye coğrafyasındaki yeni komşularımız olan ABD ve Rusya’nın, hem birbirlerine karşı hem de Türkiye’ye karşı olan tutumlarında, heriki küresel aktörün Suriye’ye ve bölgeye ilişkin hedeflerinin farklı olmasıdan dolayı, zaman zaman büyük değişimler yaşanabiliyor. 

Suriye’de, Türkiye’nin kontolü altındaki bölgede yaşanan provokatif bir olaydan söz ederek başladığımız yazımız, kaçınılmaz olarak, küresel aktörler arasında yaşanmakta olan mücadeleye, Astana’da gerçekleştirilen 24. Şangay İşbirliği Örgütü Liderler Zirvesi’ne, NATO’nun 75. kuruluş yılı dolayısıyla Washington’da gerçekleştirilecek olan liderler zirvesine, Astana zirvesindeki Erdoğan-Putin görüşmesinde Türkiye-Rusya ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarma temennisine ve Trump’ın, 2018’de dillendirdiği “Ekonominizi mahvederiz” tehdidinin günümüze yansımalarına uzanıverdi..   

Ülke olarak da, insanlık olarak da, küresel aktörler arasında devam etmekte olan liderlik mücadelesinin olumsuz etkilerini yaşamaktayız ve lider belli olana kadar da yaşayacağız. Yaşamakta olduğumuz III Küresel Kapışma’nın daha fazla can kaybına ve yıkıma neden olmadan sona ermesini diliyoruz. 

Читайте на 123ru.net