World News in Turkish

Yazarak farklı kimliklere bürünebiliyorum

Phyllis Reynolds Naylor “Benim için yazmanın en güzel tarafı, bir karakterin sayfada can bulduğu ve onu yakaladığımı bildiğim, sadece kafamda var olan bir yerin gerçeğe dönüştüğü o anlardır.” diyor. Meryem Uçar için yazmanın en güzel tarafı nedir?

Yazmak, benim için bir bakıma oyunculuk gibidir. Hayatta birden fazla kişi olamıyoruz, birden fazla meslek yapamıyoruz, kahraman olamıyoruz. Oyuncu, rolü gereği bazen doktor olur bazen polis bazen başkan bazen kahraman bazen de sıradan bir insan olabilir. Yazarak farklı kimliklere bürünebiliyorum. Bosna Hersek savaşında halkını özgürlüğe kavuşturan Aliya olmak istediğimde Özgürlük ve Adalet Savaşçısı Aliya olabiliyorum. Kudüs’ü fetheden Selahaddin olmak istediğimde Kudüs’ün İkinci Fatihi Selahaddin Eyyûbî olabiliyorum. Şehirleri en güzel şekilde imar eden Sinan olmak istediğimde Taşla Şiir Yazan Sanatçı Mimar Sinan olabiliyorum.

Biyografi söz konusu olduğunda yazmanın en güzel tarafı, yazdığım şahsiyetin hayatına misafir olmak; hayatını sevinciyle, neşesiyle, hüznüyle yani bütün yönleriyle hissedebilmektir. Genel anlamda yazmanın en keyifli tarafı ise zihnimdekileri, hayal âleminden yaşadığımız gerçek âleme taşımaktır.

Çocuklar için kaleme aldığınız eserlerde gelenekten beslendiğinizi görüyoruz. İslam coğrafyasının çeşitli kentleriyle, önemli şahsiyetlerle kurgulanmış hikâyeler okuyoruz. Bu yönelim yazarlıktan önce birçok biyografik kurgu romanın editörlüğünü yapmanızdan mı kaynaklanıyor?

Kesinlikle öyle. Editörlüğünü yaptığım Bilimin Öncüleri, Türkçenin Muhafızları gibi biyografik kurgu romanlardan oluşan setlerde amacımız İslam coğrafyasından örnek alabilecekleri öncü şahsiyetleri çocuklara tanıtmaktı. Ben de yazdığım şahsiyetleri seçerken “Çocuklara/gençlere başka kimler anlatılmalı?” diye düşünerek seçtim.

Editörlüğünü yaptığım biyografik kurgu romanlar bana yazacağım şahsiyetlerde öncülük etmekle kalmadı aynı zamanda nasıl yazmam/nasıl yazmamam gerektiğini de öğretti. Üzerinde çalıştığım metinlerde gördüğüm hataları yapmamaya gayret ederek yazmaya çalışıyorum. Bu manada yazarlık yolcuğumun büyük kısmında editörlüğümden destek aldığımı söyleyebilirim.

Biyografik kurgu romanın konforlu alanları olsa da muhatabı yakalayamama, didaktik bir dile kayma gibi handikapları var. Siz bu dengeyi nasıl kuruyor ve biyografik kurgu yazımında nelere dikkat ediyorsunuz?

Yazarken zihnimin bir kısmı editör olarak çalışmaya devam ediyor. Editörlüğünü yaptığım metinlerdeki didaktik unsurlar konusunda nasıl titizlik gösteriyorsam kendi metinlerimde de aynı titizliği göstermeye çalışıyorum. Vermek istediğim, didaktik görülebilecek konuları bir macera eşliğinde vermeye gayret ediyorum. Biyografik romanlarımı gerçek bilgileri kullanıp kurgulaştırarak yazıyorum. Öncelikle yazmak istediğim şahsiyetin hayatı hakkında detaylı bir araştırma yapıyorum. Araştırmalarım sonucunca bir kronoloji çıkarıyorum. Çıkardığım kronolojide her bölümü kullanmam mümkün olmuyor. En çarpıcı, en etkileyici bölümleri seçmeye çalışıyorum. Bazen vermek istediğim konu gereği durağan bir bölüm de seçebiliyorum. Durağanlığını gidermek için de o bölümü bir macera eşliğinde yazıyorum. Şöyle bir örnek verebilirim: Aliya, çocukluğundaki yaz tatillerinden bahsediyor. Bu bölümü vermek istedim ki okur; “Çocuk Aliya” nasıl biri, o dönem nasıl bir yaşam var, anlayabilsin. Bunun için de küçük bir macera kurguladım.

Biyografi yazarken sadece yazacağım şahsiyetin hayatını araştırmak yetmiyor. Dönem hakkında da o dönemin mimarisi, siyasi durumu, giyim kuşamı konusunda da araştırma yapmam gerekiyor. Bir biyografi olsa da hitap ettiği kesim çocuk/genç olunca mutlaka biraz macera, biraz heyecan verilip okurda “Sonra ne olacak?” duygusu uyandırmalı.

Çocuk edebiyatı, yetişkin edebiyatına kıyasla sınırları daha dar bir alan. Eser verdiğiniz bir diğer tür olan polisiyedeyse bu sınırlar biraz daha küçülüyor. Polisiye tutkusu sebebiyle adli bilimler dersleri alan, polisiyeyi dünyayı değiştirmek için araç olarak gören bir yazar olarak bu sınırları hissettiniz mi?

Çocuk edebiyatıyla ilgilenen birçok yazar bahsettiğiniz sınırların farkındadır. Bu sınırların benim elimi kolumu bağladığını, özgürlüğümü kısıtladığını düşünmüyorum. Bana göre özgürlük demek, sınırsızlık demek değildir. Asıl özgürlük ve başarı, sınırlara rağmen yazabilmek/yapabilmektir. Polisiye özelinde söylersem çocuklar cinayet romanı yazmamı istiyorlar. Yazabilirim ama vahşice işlenmiş bir cinayet yazayım da çok satsın diye düşünmem. Polisiyede okuru içine çeken şey işlenen suçun niteliği, şekli değil; olayın nasıl çözüldüğü, suçlunun nasıl bulunduğudur. Sınırlara rağmen olayı/çözümü öyle güzel kurgularız ki çocuk da yetişkin de keyifle okur.

Çocuk edebiyatını şiire benzetirim. Şair, şiirde az kelimeyle ve sembollerle çok şey anlatır. Çocuk edebiyatı metinlerinde de az kelimeyle çok şey anlatmanız gerekir. Bunun için çocuk edebiyatıyla ilgilenen arkadaşlara şiir okumalarını tavsiye ederim. Kelimeler sihirlidir. Her kelimenin sihir gücü farklıdır. Doğru kelimelerle sihir yapılırsa ortaya büyülü metinler çıkar.


Sizi hiç ‘insan’ diye çağırırlar mı?

Abdullah Harmancı’nın masal ve efsanelerden ilhamla kaleme aldığı 10 hikâyeden oluşuyor Benim Adım Kuş Değil Ki ve kuşların “Benim adım ‘kuş’ değil ki. Kumruyum ben. Sizi hiç ‘insan’ diye çağırırlar mı?” haklı sitemiyle açılıyor. Her hikâyede çeşitli türler ya da sadece kuşlar var. Yazarın zaman zaman bir hikâye anlatıcısı gibi öyküye dahil olduğu zaman zaman sonunu okura bıraktığı metinler bunlar. Harmancı’nın genç okur için oynattığı güçlü kalemi öykünün sınırlarını, imkânlarını görmek isteyenler için biçilmiş kaftan. Öyküler adeta okuru yetişkin edebiyatına hazırlıyor. Kuşların kalbi, gözyaşları, merakı, savaşı, sesi var; sevgi, saygı, paylaşım ve iyilik var bu öykülerde. Genç okurun sevdiği gizem, macera ve bol bol hayal gücü var. Kuşların Yıldızı öyküsündeki Çoban İrfan’ın kavalından başlayıp dünyanın öbür ucuna dek yayılan bir ahenk var. Kelimelerin hak ettiği değeri gördüğü Benim Adım Kuş Değil Ki 10 yaş ve üzeri her okur için.

Abdullah Harmancı, Benim Adım Kuş Değil Ki, Timaş İlk Genç, Mayıs 2024, 96 sf.


Fış, mır, küt, pat, vuuu!

Sesin Resmi’nde, duyduğu sesleri resme döken Tuna’yı tanıyoruz ve Işık Saraç’ın orijinal bir fikirden yola çıkarak kaleme aldığı metin Cansu Dinç’in renkleriyle farklı bir boyuta taşınıyor. Tuna, pıt pıt sesini duyduğunda tencerede patlayan mısırların sesini çiziyor ve okuru da kendisiyle birlikte patlayan mısır gibi zıplamaya davet ediyor örneğin. Kitap boyunca karşılıklı her sayfada bir ses, bir resim, birden ona kadar ritmik artan bir hareket karşılıyor bizi. Bu yönüyle kitap çok yönlü kullanıma uygun ve işlevsel. Öyle ki Tuna sesleri resmetmeye devam ederken “Ben olsam fış fış sesini nasıl ifade eder, onu nasıl resmeder, bu sesi tamamlayacak hareketim ne olurdu?” diye soruyor kendi hikâyenizi yazmaya başlıyorsunuz. Hem metni hem de çizimleriyle pek çok kavram üzerine sohbet etme, oyun oynama imkânı sunan bu kitap Fibula’dan seslere, renklere meraklı her yaştan okur için.

Sesin Resmi, Işık Saraç, Fibula Yayıncılık, Temmuz 2024, 32 sf.


Nuri Pakdil’e yazılan mektuplar

15 Temmuz’un üç öyküsü

Erden Kıral’dan hatıralar geçidi

Читайте на 123ru.net