World News in Turkish

Bu defa tatarla!

MORAVİ RÜSTEM EFENDİ


Bizim neslin vesâit-i nakliyye ve ittisâl ile olan hukuku pek eskilere gitmiyor. Ikarus marka körüklü otobüslerin zift gibi dumanıyla ciğerlerini tıka basa doldurmuş olan emsâlim için “insan taşıyan” İETT’nin yeşil dostu makinelerine biniyor olmak eşine ender rastlanılır bir bahtiyarlıktır muhakkak! Hele gurbetteki anacığının sesini duyabilmek için ceplerinde üç-beş jetonla gezen akranlarım için ceplere sığan telefoncuklar korkunç bir şeytan icadı adeta…

İmdi son 10 yıldır bu ufacık aletin hemen her türlü edevât-ı ittisâlin işini görüyor oluşu, bizde zarureten büyük bir konfor hissi yaratmış: Onunla telefon ediyor, onunla fotoğraf çekip paylaşıyor, onunla beyne’l-milel postalar alıp gönderiyor, kitap okuyor, musiki dinliyoruz falan ve filan. Buncacık bir aletin böyle bu kadar iş görüyor oluşu, ancak kaybıyla anlaşılıyormuş!

Şikayet yollu söyleniyorum arada, ihtiyarladık diye. Dizlerim (yine gavurcasıyla diyeyim) error veriyor, zihnim hatıralarla körebe oynuyor, gözlerim sık sık buğulanıyor, parmak adalelerim zaman zaman emir-komutaya muhalefet ediyor filan. Ee tabii, ben serviliklere böyle göz kırpıyorken hanım da arada, “bey, benim de nazik kalbim arada tekliyor sanki” filan sadedinde laflar ediyor. “Aman cancağızım, sana bir şey olmasın, darlanınca şöyle tok nefesle öksürüver” filan diye tavsiye veriyor, eyyâm-ı sükûneti biraz daha uzatmak için çabalıyorum. Neyse lafı uzattım, biliyorum; ikinci bölgede top çevirip istatistik yapan İspanyol takımı gibisin Baba Rüstem diye içinden çemkirenleriniz var.

Uzun lafın kısası yine bir akşam hatun “kalbim pek hoş değil bey,” diye iniltiyle fısıldayınca soluğu hastanede aldık. Tahliller, tetkikler derken bir yukarı, bir aşağı koşturup duruyoruz. Bir ara fırsattan istifade helaya attım kendimi; ıslak mendille pakladığım klozete kurulunca gevşedim tabii. Vakit zâyi olmasın diye elime aldığım telefonda haber filan bakayım dedim; birkaç son dakika gelişmesi okuyup memleket ahvaliyle yine enseyi karartınca telefonu hışımla kenara koydum. Vakit de ilerlemiş biraz. Haşa huzurdan telaşla kalkıp toparlandım, sifonu çekip fırladım hatunun yanına. Yaaa, bildiniz; telefonu memişhanede unuttum tabii! Çok geçmedi; dumanlanmış kafamı toparlayınca telefonla yaşadığım son sahne canlandı zihnimde. Doğru kenefe seğirttim. Fakat, beyhude. Meğer memleketin asap bozan haberlerine sinirlenip kenara ittiğim telefonla son temasımızmış o! Birkaç kere aradık filan, lakin o mekanik sesli hanımefendinin baykuş-edâ sesiyle irkildik her seferinde: “Aradığınız numaraya ulaşılamıyor!”

Alelacele güvenliğe koşup bütün saffet ve nezaketimle anlattım olan biteni; telaş etme beybaba, bulunur inşallah, yollu boş tesellilerle teskine çalışsa da ne o gece ne de bilahare ses çıkmadı telefondan. O gün bugündür arayan ulaşamıyor, hemen bütün işlerini bu menhus alete havale eden ben şu ölümlü-kalımlı dünyadan fena halde koptum. İhtiyar adamdır, başına iş gelmiş olmasın diye endişelenenler bilvasıta ulaşıp ahvalimi soruyor. Eksik olmasınlar. Yazamadığım yazılar, yapamadığım çeviriler, bitmeyen tadil-termîm işleri vs. Her şey aynıyla devam… Kağıtçı Ayşe Hanım da aramış, hokkabaz İrfan’a ulaşıp Baba Rüstem’den haber alamıyorum, sakat vaziyet filan yoktur inşallah, diye ahvalimi istifsar etmiş. Yok, dedim; yazısını bile yazdım. Fakat e-posta yerine bu defa tatarla göndereceğim. Şöyle mutemet bir adam, yağız bir at gözlüyorum!


15 Temmuz’un üç öyküsü

Erden Kıral’dan hatıralar geçidi

Nahid Sırrı’nın Anadolu seyahatleri

Читайте на 123ru.net