Birkaç roman sonra
Romanların peşinden giden bir okur olarak yeni çıkanlara ayrı bir önem veriyorum. Çünkü keşif yapmak pek çok okur gibi beni de mutlu ediyor. Bu keşiflerin sayısı yıllar geçtikçe azalıyor azalmasına ancak keşfetmenin heyecanı değişmiyor. Kadir Daniş benim için böylesi keşiflerden biri oldu. Geçtiğimiz yıllarda Gözlerimiz Kamaşırdı Dehşetten romanını elime alıp okumaya başladığımda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çünkü henüz yirmi yaşında yazdığı bu eser Türk edebiyatının güçlü kalemi İhsan Oktay Anar’ın kitaplarındaki lezzeti yakalamayı başarmıştı. Bahsettiğim bir kopyalama değildi. Belki Anar’dan çok etkilenmiş genç bir yazarın cümleleriydi. Ayrıca bunun bir taklit olduğunu düşünsek bile böylesine başarılı bir taklidin olması güzeldi. Zira İhsan Oktay Anar, sekizinci romanını yazdıktan sonra romancılığı bırakacağını açıklamıştı.
Gözlerimiz Kamaşırdı Dehşetten’in ardından Yeryüzü Blues’u okudum. Yine şaşkınlık içindeydim. Çünkü bu sefer bambaşka bir roman ve üslup vardı karşımda. Boğazınızda yumru bırakan ve gençliğinizin baharını hazana çeviren yazarları düşünün. Hepsi kitap boyunca size göz kırpıyordu adeta. Ardından Belki De Yanlış Bir Leyla isimli öykü kitabı çıktı. Bu kitap da yine birbirinden farklı hikaye ile özel bir yazarla karşı karşıya olduğumu hissettirdi. Serçelerin Ölümü ve Kitab’ül Acayip romanlarının baskısını ise bir türlü bulup okuyamadım. Son romanı Birkaç Ölüm Sonra’nın çıktığını duyunca tükenmeden aldım ve elbette bu sefer de beni bekleyen yeni sürprizler vardı.
“HAYAT KUSURLU BİR RÜYA”
Yazar, kitabın belli bir ritimde ilerleyen yapısına uygun olarak bölüm başlıklarını Türk Müziğinin makamları ve saz semailerinin isimlerinden seçmiş. “Hayatın kusurlu bir rüya” olduğunu henüz bilmeyen kahramanımız Lokman Hümayun Kaldıcık’ın çocukken evlerinin bahçesinde lalelerinin ölümünü anlamaya çalışırken yaptığı sorgulamalarla başlıyor hikaye. Bu sahne Hümayun’un hayatında daha sonra da önemli bir yere sahip oluyor. Çünkü yaşamla ölüm arasında salınan insanın dünyadaki anlam arayışı romanın ana temasını oluşturuyor.
Henüz ham olan pişmeye doğru yol alan Hümayun’u kitap boyunca üç kere aşıkken görüyoruz. İlki Leyla Merg, ikincisi Deyruz Dilfirib Butlan ve son olarak Hürrem Mihrayin Ferda. Aşkın farklı hallerini gördüğümüz bu bölümlerde Hümayun’un içinden taşan cümleleri okurken Murat Menteş’in coşkulu ve akıcı diline bir selam gönderdim. Mesela Hümayun, albino aşkı Leyla’yı görünce içinden şu cümleler taşıyor:
“… İnadına simsiyah giyinmiş. Marsık karası, dizlerinin üstüne inen bir elbise, ayaklarında kuzguni makosenler, tırnaklarında zifiri oje. Savatlı gümüşüm! Katran çalarak mı söndüreceksin fışkırttığın ayışığını! Ama senin nispetin kendinedir, anladım…”
FONDA SAZ SEMAİLERİ VE İSTANBUL
Hümayun’un can dostu Nevmit hem varlığı hem de yokluğuyla kahramanımızın yumuşak karnı olarak var oluyor. Deyruz’dan olan kızı İkbal Meryem ise yine sevda tepesinin zirvesinde ikamet ediyor. Hümayun her aşkın sonunda hayatı anlamaya çalışıp yine aynı yere yani baba evine dönüyor.
Hümayun, Allah’ın varlığına inanan biri olsa da yaşamanın ıstırabına katlanmak için kendini sokaklara, meyhanelere, melankolinin dibine bırakmaktan çekinmiyor. Zaten olgunlaşma süreci buralarda gerçekleşiyor. Tasavvufi bir aksı olan roman, insanın çiğ yanlarını nasıl yavaş yavaş pişirdiğini gösteriyor. Bu kısımlarda Şule Gürbüz’ün biraz ağdalı ama insanın içine işleyen latif üslubuna ruhumu bıraktığım gibi bırakıyorum kendimi:
“Ölünce bizi saz semailerine gömsünler ve binlerce yıl sonra güzel sözden lahdimizin kapağı açıldığında dünyayı naaşlarımızdan fışkıran gül kokusu ve nağmeler sarsın! Ve kemiklerimize bakanlar ruhlarımızdaki musikinin yegah makamında karar kıldığını ve O’na müzisyenler müzisyenine musikişinasların en güzeline, evrenin bestekarına karıştığımızı, tınının yayıldığı saza geri döndüğünü hissetsinler.”
MUSİKİYE DEVAM HUZUR’A SELAM
Hümayun’un son ve gerçek aşkı Hürrem’le el ele İstanbul’u gezip saz semailerinden ilahilere, kilise müziklerinden Türk müziğine arzı endam ettikleri bölümler ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mümtaz ve Nuran’ınını hatırlatıyor. Satırlar su gibi akarken onların da bir selamı hak ettiğini düşünüyorum.
Yaşadığı dünyaya ve bu dünyanın adaletsizliklerine yabancılaşmayan Kadir Daniş, kitabın belli yerlerinde bütün bu acımasızlığa kelimeleriyle karşı duruyor. “Dünya artık boşunadır. Hakikati olmayan bir suret, bir imajdır sadece; gösterilensiz bir gösterendir, medlulü ilga olmuştur, hiçbir şeye delalet edemez.”
Doğumla ölüm arasında yer alan hemen her şeyi içine alan Birkaç Ölüm Sonra, sadece yazarın üslubuyla öne çıkmıyor. Aşkların, dostluğun, anne-babalığın, hayatın ve elbette ölümün içinden geçen Hümayun, günün sonunda Allah’ın huzuruna varıp dizini kırıyor ve kendinden vazgeçmediği müddetçe bu dünyanın oyuncağı olacağını anlıyor; “Dünyayla oynayacağımız saklambacı kazanacağız” diyor Hümayun ama önce yapması gerekenler var: “Öyleyse ölün! Varlığınızı öyle inceltin, öyle seyreltin ki aynalarda görünmez olun. Bedeninizin ölümünden önce, aman evvela nefsinizi öldürün. Çünkü ancak o zaman gerçekten yaşamaya başlayabilirsiniz!”
Hem dili, hem kurgusu hem de içeriğiyle öne çıkan ve bir solukta okunan Birkaç Ölüm Sonra, Kadir Daniş’in edebi ustalığını ortaya koymakla kalmıyor yazarın birkaç roman sonra gelen melez üslubuyla edebiyatımıza önemli bir katkı sağlıyor.
Nuri Pakdil’e yazılan mektuplar