ATACMS FÜZEYLERİYLE GELEN KRİZ: RUSYA’NIN NÜKLEER DOKTRİNİNDEKİ DEĞİŞİM
Giriş
ABD Başkanı Joe Biden’ın Ukrayna’ya uzun menzilli ATACMS (Army Tactical Missile System) füzeleri sağlamasıyla birlikte bölgedeki gerilimin seviyesi daha da yükselmiştir. Bu füzelerin Ukrayna’ya teslim edilmesi ve sonrasında aktif şekilde kullanılması, sadece bölgesel değil, küresel düzeyde de endişeleri arttırmış, hatta uluslararası ilişkiler camiasında “Üçüncü Dünya Savaşı” söylemlerini gündeme getirmiştir. Öyle ki, ABD’de yeni seçilen Donald Trump’ın oğlu, X hesabından Biden’ın görevi teslim etmeden önce Üçüncü Dünya Savaşı’nı çıkarmak istediğini iddia ederken, benzer şekilde Rusya eski Devlet Başkanı ve Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı görevini yürüten Dmitri Medvedev de X hesabından yaşanan gelişmeleri yorumlayarak, “Rusya’nın NATO karargahlarına misilleme hakkı vardır ve bu durum Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açacaktır” şeklinde paylaşım yapmıştır.
Ukrayna, Biden yönetiminin sağladığı bu stratejik silahları kısa süre içinde devreye alarak Rusya’nın sınırlarına doğrudan müdahale potansiyelini göstermiş ve ilk olarak Bryansk şehrini hedef almıştır. Rusya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, 6 adet Ukrayna sınırından gönderilen füzelerin Bryansk’taki askeri bölgeyi hedef aldığı, 5 füzenin hava savunma sistemiyle imha edildiği ve 1 füzenin de bölgede küçük çaplı hasara neden olduğu belirtilmiştir. Bu gelişme üzerine, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin nükleer doktrininde önemli değişikliklere gitmiştir. Yeni doktrinde, ilk kez “NATO ile doğrudan savaşın” gerçekleştiği belirtilirken, “Rusya’nın kendisine ya da müttefiklerine doğrudan ya da dolaylı bir şekilde NATO’nun askeri teçhizatında yer alan stratejik füzelere karşı misilleme hakkının olduğu” vurgulanmıştır.
Füzelerin teslimi ve kullanımıyla başlayan bu yeni süreç ciddi bir şekilde yeni bir dünya savaşının konuşulmasına yol açarken, uluslararası sistemin mevcut denge yapısını da tehdit etmektedir. Bu makalede, ABD Başkanı Joe Biden’ın bu silahların kullanımına izin veren açıklamaları ve yaklaşımları, ATACMS füzelerinin teknik ve stratejik özellikleri, Ukrayna’nın füzeleri kullanması sonrası ortaya çıkan tepkiler ve nihayetinde Putin’in revize ettiği nükleer doktrin detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Bu çerçevede, mevcut gelişmelerin geleceğe yönelik muhtemel etkileri de değerlendirilerek, dünyanın kaosa sürüklenme ihtimali üzerine bir tartışma yürütülecektir.
ABD Başkanı Joe Biden’ın ATACMS Füzeleriyle İlgili Bildirgesi
ABD Başkanı Joe Biden, Ukrayna’nın savunma kapasitesini artırmak amacıyla uzun süredir planlanan stratejik bir karara imza atarak ATACMS (Army Tactical Missile System) füzelerinin Kiev yönetimine teslim edilmesine onay verdi. Biden’ın bu adımı, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin sınırlarını daha da genişletirken, aynı zamanda Rusya ile doğrudan bir çatışma riskini de arttırmaktadır. Biden yönetimi, bu kararın gerekçesini Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü koruma, Kuzey Kore’nin askeri birliğine karşı bir cevap ve Rusya’nın saldırganlığına karşı caydırıcı bir etki yaratma ihtiyacıyla açıkladı. Biden’ın bu bildirgesi uluslararası arenada dikkat çekici bir şekilde yankı uyandırırken, Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, füzelerin teslim edilmesi kararının Başkanlık seçimleri sonrası ABD’nin Ukrayna’yı destekleme kararlılığının göstergesi olduğu vurgulanmıştır. Biden, bu bildirgede, Rusya’nın saldırgan politikalarının uluslararası hukuka aykırı olduğuna dikkat çekerek, Ukrayna’nın egemen bir devlet olarak kendini savunma hakkını desteklediklerini dile getirmiştir.
Bildirgeye karşı Rusya’dan gelen tepkiler oldukça sert oldu. Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov, bu kararın “provokatif” olduğunu ve “Rusya’nın güvenlik çıkarlarını hiçe sayan bir hamle” olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Rusya Savunma Bakanlığı ise, Biden’ın kararının Batı’nın savaşta dolaylı değil, doğrudan bir taraf olduğunu ortaya koyduğunu savunarak, bu tür adımların askeri stratejilerde radikal değişikliklere neden olacağını açıkladı. Başkan Vladimir Putin de, bildirgenin açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada, ABD’nin bu hamlesinin Moskova’nın caydırıcılık politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini ifade etti ve “Rusya’nın güvenliği tehdit edilirse, her türlü misilleme hakkımız saklıdır. Biden yönetiminin yeni bir aşamaya geçerek artık doğrudan Rusya ile savaşmayı tercih ettiler. Rusya’nın yalnızca Ukrayna’ya değil, bu füzeleri temin eden ülkelere de saldırı hakkı vardır.” diyerek gerginliği artıran bir uyarıda açıklama yaptı.
Bu sert tutumun yanı sıra, Rusya’nın diplomatik kanallarından da tepkiler geldi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov G-20 zirvesi öncesinde ABD ve NATO ülkelerine ağır eleştiriler yönelterek, “bu tür silah yardımlarının bölgesel değil, küresel çapta bir savaşı tetikleme potansiyeline sahip olduğunu” vurguladı ve “bu adımın, Rusya’nın savunma stratejilerinde asimetrik bir yanıt arayışına yöneldiğini” ifade etti.
ATACMS Füzelerinin Teknik Özellikleri ve Stratejik Önemi
ATACMS (Army Tactical Missile System), Amerikan yapımı kısa menzilli balistik füzeler kategorisinde yer alan, yüksek hassasiyete ve güçlü bir tahrip kapasitesine sahip bir silah sistemidir. Lockheed Martin firması tarafından geliştirilen bu füze sistemi, hem kara birlikleri tarafından kolayca konuşlandırılabilir olması, hem de geniş bir menzil aralığına sahip olması nedeniyle modern savaş stratejilerinde önemli bir yere sahiptir.
ATACMS füzeleri, 300 kilometreye kadar etkili bir menzil sunarken, tek bir füze başlığı ile geniş bir alanda yıkıcı etki yaratabilir. Füzenin GPS güdümlü sistemleri, hassas hedefleme kapasitesini arttırarak hata payını minimuma indirmektedir. Çeşitli başlık türleriyle donatılabilen bu füzeler, yüksek patlayıcı güce sahip parçacıklı başlıklar, delici zırh hedeflerine yönelik başlıklar ve radar sistemlerini devre dışı bırakma kapasitesine sahip elektromanyetik darbe (EMP) başlıklarıyla uyumlu çalışmaktadır. Fırlatma sistemleri arasında M270 MLRS (Çok Namlulu Roket Sistemi) ve M142 HIMARS (Yüksek Hareket Kabiliyetli Topçu Roket Sistemi) bulunmaktadır. Bu sistemlerin hareket kabiliyeti, füzenin çeşitli savaş senaryolarında kullanılmasını kolaylaştırmaktadır.
ATACMS füzelerinin Ukrayna’ya teslim edilmesi, Moskova’nın sınır güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. 300 kilometrelik etkili menzil, bu füzelerin Ukrayna sınırından ateşlenmesi durumunda Rusya’nın batısındaki stratejik şehir ve tesisleri doğrudan tehdit etmektedir. Örneğin, Bryansk ve Belgorod gibi sınır şehirleri tamamen bu menzilin içinde yer alırken, Moskova’ya olan uzaklık da sadece 450 kilometreye kadar iniyor. Bu durum, Moskova çevresindeki askeri üsler ve ikmal noktaları dahil olmak üzere birçok önemli hedefi savunmasız bırakma potansiyeline sahip olduğu için Kremlin’in tehdidi yalnızca sınır bölgelerinde değil, ülkenin siyasi ve ekonomik merkezlerinde de hissetmesine neden olmaktadır.
ATACMS füzelerinin menzili, Rusya içinde daha geniş bir alanı hedef alınabilir kıldığı için Ukrayna’ya sadece askeri değil, şu an için psikolojik üstünlük de sağlamaktadır. Bu durum, Rusya’nın askeri stratejilerinde daha agresif bir yaklaşım benimseme ihtimalini arttırmakta ve çatışmanın boyutlarının daha geniş bir alana yayılma riskini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, füzelerin Ukrayna’ya yerleştirilmesinden sonra Rusya Acil Durum Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, seyyar sığınakların seri üretimi ve teslimi konusunda harekete geçildi. Başlangıç olarak Novgorod’un Dzerjinsk bölgesinde KUB-M adı verilen mobil sığınaklar üretime başladı. Kamuoyunda çıkan haberlere göre, sığınakların çapları küçük fakat olası nükleer bir patlamadan kaynaklanan hafif radyasyona ve bölgenin radyoaktif kirlenmesine karşı koruma sağlayacağı belirtiliyor. Toplam kapasitesi 54 kişilik açıklanan sığınaklar ek modül ve parçalarla 150 kişi kapasitesine kadar arttırılabilmekte.
Ukrayna’nın ATACMS Füzelerini Kullanması ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler
Füzelerin Ukrayna’nın kullanımına verilmesinin ardından yapılan tartışmalar sıcaklığını korurken, ATACMS füzelerinin 18 Kasım’da Ukrayna tarafından ilk kez kullanılmasıyla çatışmanın boyutu daha da yükseldi. Rusya’nın Bryansk bölgesine yönelik gece yarısı gerçekleştirilen saldırıda toplam 6 füze fırlatıldı ve hedef alınan bölgeler arasında askeri komuta merkezleri, radar sistemleri ve lojistik depolar yer aldı. Ukrayna, saldırının başarıyla sonuçlandığını duyururken, Rusya Savunma Bakanlığı ise fırlatılan 6 füzenin 5’inin hava savunma sistemleri tarafından etkisiz hale getirildiğini ve yalnızca bir füzenin sınırlı bir hasara yol açtığını belirtti.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ATACMS füzelerinin kullanım onayını aldıktan sonra yaptığı açıklamada, “Kelimeler bir şey ifade etmiyor, füzeler konuşacak” ifadelerini kullanarak Rusya’ya karşı sert bir tutum sergilemişti. Zelenski’nin bu sözleri, Ukrayna’nın bu yeni silah sistemiyle saldırılarına daha güçlü bir ivme kazandıracağına işaret ederken. Bryansk saldırısı, Zelenski’nin bu söylemini pratiğe döktüğü ilk operasyon olarak dikkat çekmekte. Zelenski’nin bu tutumunun ABD’de gerçekleşen ve Trump’ın kazanması sonrası panik havasında yapıldığı yorumlarını beraberinde getirmekte. Rus akdemisyen ve uzmanlara göre, Zelenski, ABD’deki Başkanlık devrine kadar bölgedeki gerilimi daha da arttıracak saldırılara imza atacak. ABD’deki seçimler sonrası gerek hava operasyonlarıyla, gerekse de kara harekâtıyla Ruslar Kursk başta olmak üzere kuzey doğu Ukrayna bölgesinde ciddi ivmelenme kazanmışlardı. Bryansk’a düzenlenen saldırılar sonrasında psikolojik üstünlük sağladığını düşünen Zelenski için önümüzdeki günler daha hareketli olabilir.
ATACMS füzelerinin kullanımının ardından dünya genelinde de tepkiler ve endişeler arttı. ABD ve NATO ülkeleri, bu operasyonu Ukrayna’nın kendi savunmasını güçlendirme hakkı kapsamında değerlendirirken, Pentagon yetkilileri, Ukrayna’nın ATACMS füzelerini “dikkatli ve etkili bir şekilde” kullandığını belirtmiş ve bu tür silahların yalnızca askeri hedeflere yönelik olduğunu vurgulamıştır. Avrupa Birliği ülkeleri ise, Ukrayna’nın bu tür silahlarla Rusya topraklarını hedef almasının uluslararası hukukun sınırlarını zorlayabileceği konusunda ihtiyatlı bir tavır sergilediler. Polonya başbakanı Donald Tusk, endişelerini kamuoyuyla paylaşırken, “artık kimse Putin’i bir telefonla ikna edemez” şeklinde konuştu. Zira Polonya hükümeti kendisini Kremlin’in Ukrayna’dan sonraki hedefi olarak görüyorlar.
Batı’dan gelen bu tepkilere karşın, Çin ve Hindistan gibi ülkeler, bu saldırıyı bölgedeki gerilimi artıran bir gelişme olarak nitelendirerek tüm taraflara itidal çağrısında bulundular. Çin Dışişleri Bakanlığı, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği silah desteğinin, savaşın çözümüne değil, uzamasına hizmet ettiği yönündeki eleştirilerini yinelerken, Rusya’nın kendisini savunma hakkının olduğunu da belirttiler. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Çinli diplomatlara benzer şekilde, “Bölgede Ukrayna’ya verilen füzeler gerilimi daha da arttırmış savaşın eşiğine getirmiştir. Rusların tehditlere karşı kendisini savunma hakkı vardır.” açıklamasını yaptı.
Bu saldırı, Kremlin tarafından “Batı’nın doğrudan provokasyonu” olarak nitelendirilirken. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, saldırı sonrası yaptığı açıklamada, bu tür adımların “Rusya’nın ulusal güvenliğini tehdit eden kırmızı çizgileri” aştığını belirtti. Putin, bu olayın ardından Rusya’nın askeri stratejilerini ve nükleer doktrinini yeniden değerlendirmeye alacaklarını ifade etti ve yapılan üst düzey toplantılar sonrası kamera karşısına geçerek yeni doktrininin detaylarını paylaştı. Ayrıca, Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’nın bu saldırılardaki başarısının ABD ve NATO’nun teknik desteğiyle mümkün olduğunu söyledi ve bu desteğin Batı’yı doğrudan çatışmanın bir tarafı haline getirdiğini iddia etti.
Rusya’nın Revize Ettiği Nükleer Doktrin
ATACMS füzelerinin Ukrayna tarafından kullanılmasının ardından, Rusya, güvenlik stratejisinde yeni ve ciddi bir değişikliğe gitti. Devlet Başkanı Vladimir Putin, savaşın başından itibaren sürekli olarak Rusya’nın ulusal güvenliğini tehdit eden herhangi bir adımı sert bir şekilde karşılık verme sözü vermişti. Ancak Ukrayna’nın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli saldırılar gerçekleştirmesi, Putin’i daha önce uygulamaya koyduğu nükleer doktrini revize etmeye zorladı. Bu revizyon, “nükleer silahların kullanımının yalnızca saldırgan bir nükleer saldırıya karşılık olarak değil, aynı zamanda stratejik askeri altyapıya yönelik ciddi saldırılara karşı da uygulanabileceği” yönünde bir maddeyi içermektedir. Putin, bu değişikliğin gerekçesini “ülkemizin ulusal güvenliğini koruma hakkımızı sınırsız şekilde kullanmak” olarak açıklarken, ayrıca müttefik ülkeleri de bu madde kapsamında bağdaştırmaktadır. Öyle ki, yeni doktrine göre NATO tarafından sadece Rusya’ya yönelik bir saldırı değil, Belarus (Beyaz Rusya) topraklarına yapılacak herhangi bir taktik nükleer saldırı da Rusya Federasyonu’na yapılmış gibi kabul edilecek ve misilleme hakkı doğuracaktır.
Rusya’nın nükleer doktrinindeki bu yeni yaklaşım, Kremlin’in askeri stratejisinin giderek daha fazla nükleer silahlara dayalı hale geleceğini göstermektedir. Özellikle Batı ülkelerinin Ukrayna’ya verdiği desteğin artarak devam etmesi, Rusya’nın bu stratejiyi daha da agresif bir şekilde uygulama olasılığını güçlendirmiştir. Putin, nükleer silahların sadece bir caydırıcı unsur olmadığını, aynı zamanda tehdit altında kalındığında doğrudan kullanılabilecek bir seçenek olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla, Ukrayna’nın ATACMS füzeleriyle gerçekleştirdiği saldırı, yalnızca savaşın gidişatını değil, aynı zamanda dünya güvenlik sistemini de derinden etkileyebilecek bir dönüm noktası olabilir.
Sonuç
ATACMS füzelerinin Ukrayna’ya sağlanması ve kullanımının ardından yaşanan gelişmeler, bölgesel bir savaş olarak başlayan Ukrayna krizinin küresel bir güvenlik tehdidine dönüşme potansiyelini gözler önüne sermiştir. ABD Başkanı Joe Biden’ın bu kararı, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteği en üst seviyeye çıkarırken, Rusya’yı da ulusal güvenliğini yeniden tanımlamaya itmiştir. Rusya’nın nükleer doktrininde yaptığı revizyon, yalnızca Ukrayna’ya yönelik bir yanıt değil, NATO ve müttefikleriyle karşılaşma olasılığının giderek yükseltmiştir.
Ukrayna’nın ATACMS füzelerini kullanarak Rusya topraklarında yaptığı saldırılar, Rusya’nın NATO ve ABD’yi savaşın dolaylı değil, doğrudan bir parçası olarak görmesine yol açmıştır. Putin yönetiminin bu bağlamda daha agresif politikalar geliştirmesi, bölgedeki gerilimi kontrol edilemez bir noktaya taşıma riskini barındırırken, Biden yönetiminin bu kararının etkileri yalnızca askeri stratejilerle sınırlı kalmamış, diplomatik alanlarda da küresel bir yankı uyandırmıştır. Avrupa Birliği, ABD ve müttefiklerinin desteğini sürse de, birçok Avrupalı devlet, bölgedeki tansiyonun artmasının doğuracağı uzun vadeli sonuçlar konusunda temkinli bir tutum benimsemektedir. Ayrıca Çin, Hindistan, Türkiye ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi tarafların itidal çağrıları, bu gerilimi yatıştırma çabalarını sürdürse de, etkileri şu an için sınırlı kalmaktadır. Geleceğe yönelik değerlendirmeler, Ukrayna krizinin daha geniş çaplı bir çatışmaya dönüşme olasılığını göz ardı edilemez hale getirmektedir. Rusya’nın nükleer caydırıcılık politikasında yaptığı değişiklikler, nükleer silahların yalnızca savunma değil, önleyici bir saldırı aracı olarak kullanılma riskini artırmaktadır. Bu durum, hem Avrupa, hem de dünya genelinde yeni güvenlik önlemleri alınmasını gerektirecektir.
ATACMS füzeleriyle başlayan bu yeni süreç, uluslararası sistemdeki dengeleri kalıcı olarak değiştirebilecek bir dönemin başlangıcı veya önlenemez bir savaşın ilk ateşi olarak değerlendirilebilir. Son olarak, savaşın başındaki atmosferle şu an yaşanan gerilime ilişkin olarak olası nükleer savaş adına da birkaç not eklemek istiyorum.
24 Şubat 2022 tarihinde, yani 1000 gün önce, dünyada bazı istihbarat birimleri hariç hiç kimse Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik bir saldırı yapacağını düşünmüyor ya da bu ihtimale inanmak istemiyordu. Buna binaen siyasetçilerin yaptığı açıklamalarda da buna paralel olarak “Putin’in blöf yaptığını, Rusya’nın saldırmasının mümkün olmadığı, Rusya’nın böyle bir riske giremeyeceği” gibi ifadeler vurgulanıyordu. O dönemde St. Petersburg’da yaşarken Kremlin’deki siyasi ve askeri hareketliliği gözlemliyorduk. Kremlin’den çıkan yayınlarda Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki Rus nüfuz alanı özellikle öne çıkarılıyor ve Rusların bu bölgede asimilasyona uğradıkları ciddi bir şekilde ele anlıyordu. Buna karşılık, savaşın başladığı güne kadar, Kremlin, Batılı bazı istihbarat birimlerinin paylaştığı olası askeri ihtimallerin olacağına dair iddiaları yalanlamış, hatta ağır ifadelerle cevap vermişlerdi. Daha sonra savaşın başladığı günün hemen öncesinde Başkan Putin’in daha önce ele aldığı tarihi makaleye vurgu yapan basın açıklamasıyla Rus Ordusu Ukrayna topraklarına girdi. Kremlin’in Ukrayna Savaşı’nın öncesinde ve sonrasına yaşananları doğru analiz etmeden bugün Kremlin’in siyasetini de sağlıklı bir şekilde okuyamayız. Bugün de ne yazık ki dünyadaki uluslararası ilişkiler camiasından “Putin blöf yapıyor, Ruslar Ukrayna’ya saldırmaz” şeklinde açıklamalar gelmekte. Bu durumun Rusya’nın kapalı yapısına, tamamen Kremlin’in kontrolünde olan bazı yayın organlarından çıkan haberler üzerinden analiz edildiğine bağlıyorum. Rusya’da ikamet edip Kremlin’in politikalarını okumak başlı başına bir zorluk iken, dışarıdan bu ülkenin politikalarını sağlıklı bir şekilde okumak kimi zaman neredeyse imkansız hale gelmektedir. Ben kişisel olarak, Ukrayna’ya yönelik nükleer saldırı ihtimaline yönelik olarak Kremlin’in savaş öncesindeki duruma benzer bir atmosfere sahip olduğunu düşünüyorum. Özellikle son gelişmeler sonrası Kremlin’in eline taktik nükleer silahları kullanma adına fırsat geçtiğini ve çok uzak olmayan bir tarihte Kiev şehrindeki stratejik noktalara saldırıların yapılma ihtimalini çok yüksek olasılıklı görüyorum.
Kapak fotoğrafı: FT
Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı
Voronej, Rusya