World News in Turkish

Sykes-Picot’tan Google Maps’e: Orta Doğu’da harita savaşları

Dr. Muhammed Ersin Toy - Medya Stratejisti


Orta Doğu, insanlık tarihinin en eski medeniyet-lerine ev sahipliği yapmış, kültürel çeşitliliği ve stratejik önemiyle her zaman küresel güçlerin ve dinlerin odağı olmuştur. Ancak bu zengin miras, aynı zamanda bölge halklarının dış müdahalelerle şekillendirilmeye çalışıldığı, istikrarsızlık ve çatışmaların da merkezi haline gelmiştir. Bölgenin petrol ve doğal gaz gibi zengin kaynakları, Avrupa, Asya ve Afrika arasında bir köprü görevi görmesi ve dini merkezlere ev sahipliği yapması, küresel güçlerin Orta Doğu’ya ilgisini artırmıştır.


MASA BAŞINDA CETVELLE ÇİZİLEN HARİTALAR

1800’lerin sonlarından itibaren Orta Doğu haritasını masa başında cetvellerle çizmeye çalışan emperyalistler, bu emellerini 1916’da somutlaştırmışlardır. Sykes-Picot Anlaşması, dış müdahalelerin en açık ve etkili örneklerinden biri olarak tarihe geçmiş; İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını yapay sınırlarla böldüklerinde, Batılı çıkarlar önceliklendirilmiş, halkların iradesi yok sayılmıştır. Sykes-Picot Anlaşması yalnızca bölgesel sınırları değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda Orta Doğu’nun sosyopolitik yapısını ve demografisini de köklü bir şekilde değiştirmiştir. Özellikle Filistin topraklarında bir Siyonist devletin kurulması için zemin hazırlanmış, bu süreç yerel halkın haklarının ve kültürel bağlarının yok sayıldığı bir yeniden yapılandırmayı beraberinde getirmiştir. Anlaşmayı takip eden Paris Barış Konferansı (1919), San Remo Konferansı (1920) ve Kahire Konferansı (1921) gibi uluslararası toplantılar, Batılı güçlerin bölgedeki çıkarlarını korumak için kullandığı mekanizmalar haline gelmiştir. Bu toplantılarda manda rejimleri oluşturulmuş, yerel halkların bağımsızlık talepleri ise sistematik olarak bastırılmıştır.

Batılı emperyalistlerin Orta Doğu üzerindeki 100 yıllık planları, her 10 yılda bir güncellenerek yeni sınırların çizilmesiyle hayata geçirilmiştir. Bu süreçte, özellikle İsrail’in bölge halklarından “korunması” gerekçesiyle Batı, Orta Doğu üzerindeki kontrolünü pekiştirmeyi ve haritaları bir hegemonya aracı olarak kullanmayı hedeflemiştir. Bugün, Suriye’deki iç savaşın 13. yılını bitirirken, bu harita savaşlarının yansımalarını daha net bir şekilde görmekteyiz. Fransa’nın manda yönetiminde, Suriye’deki sosyopolitik dinamikler kendi çıkarları doğrultusunda manipüle edilmiş; azınlık olan Nusayriler, bürokrasinin ve ordunun zirvesine yerleştirilmiş, Sünni Müslüman çoğunluk ise sistemin dışına itilmiştir.

Nusayri nüfus, özellikle Muhaberat gibi istihbarat teşkilatlarının içinde önemli mevkilerde yer alarak, halkı 61 yıl boyunca korku ve sindirme politikalarıyla yönetmiş, sorgusuz yargılamalarla insanları baskı altına almış, yıllarca süren işkencelerle hapishanelerde tutmuştur. Bu politikalar, Suriye’nin iç dinamiklerini parçalamış, toplumsal yapıyı derinden sarsmış ve bugünkü iç savaşın fitilini ateşlemiştir. Ayrıca, Suriye’nin sosyal ve siyasal yapısındaki bu bozulma, ülke genelinde derin bir istikrarsızlık ortamına yol açmıştır.


YENİ EMPERYALİST TEZGAHLARA İZİN VERİLMEMELİ

Bugün yaşanan insani trajediler ve siyasi krizler, bir asır önce masa başında çizilen yapay sınırların doğrudan bir sonucudur. Fransızların manda yönetimi sırasında kurdukları bu sistem, 500 binden fazla masum insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarca kişinin yerinden edilmesine ve 13 yıl süren fiili istikrarsızlığa yol açmıştır. Bu süreç, Suriye halkının tarihsel ve kültürel bağlarını zedeleyerek, emperyalist müdahalelerin ve bölgesel çıkar çatışmalarının yol açtığı travmalarla şekillenmiştir. Suriye’de sınırların yeniden çizilmesi üzerine devam eden tartışmalar, yalnızca fiziksel sınırların değil, bu sınırları belirleyen tarihsel, ideolojik ve politik temellerin de yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Asıl mesele, sınırların şekli değil, bu sınırları oluşturan ideolojilerin ve çıkar odaklı politikaların sorgulanmasıdır. Haritaların arkasında yatan güç dengeleri ve emperyalist müdahaleler analiz edilmeden yapılan her tartışma, yalnızca yeni bir harita mühendisliğine zemin hazırlayacaktır. Suriye’deki yüzde 15 civarındaki Nusayri grubun yüzde 85’lik Sünni çoğunluğu yönetmesi ve buna bağlı yaşanan problemlerin açıkça tartışılmaması, Esed rejimi yıkılsa bile, emperyalistler tarafından yeni bir azınlık grubunun ikame edilmesine yol açabilir.

Suriye’de asıl mesele, Esed rejimiyle birlikte emperyalist tezgahın ve zihniyetin yıkılmasıdır. Esed’le birlikte Esed’i oraya getiren zihinsel politik emaraler de yıkılmalıdır. Harita meseleleri, sınırların yeniden çizilmesi bu temel sorunun önüne geçmemeli, asıl çözüm halkın özgürlüğünün ve adaletin sağlanması olmalıdır. Suriye’yi farklı harita taslaklarıyla bölünmüş bir şekilde sunmak ve haritalar üzerinden analiz yapmak, yeni bir algı mühendisliğinin ürünüdür. Bu tür manipülatif anlatılar, çatışmaların özünü kavramaktan uzak bir yaklaşımı temsil eder. Haritaların sürekli değişen çizgileri, gerçek bir çözüm sunmaktan ziyade bölgesel ayrışmayı ve uluslararası kamuoyunda yanıltıcı algıları besler. Oysa Suriye’deki insani ve siyasi krizler, yalnızca dijital manipülasyonlarla oluşturulan hipergerçeklik düzleminde ele alınarak çözülemez. Suriye, Suriyelilerindir. Suriyelileri sınırlar ve haritalar üzerinden bölerek, onların kimliklerini, birliğini ve tarihsel bağlarını parçalamak, yeni bir tuzak olabilir. Bu tür bir yaklaşım, Suriye’nin gerçek sahiplerinin özgürlük ve egemenlik haklarını hiçe sayarak, dış müdahalelere ve emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet eder.


HEDEF ADİL VE KALICI BİR ÇÖZÜM OLMALI

Eğer Suriye, gerçekten Suriyelilerin vatanı olarak kalacaksa, öncelikli mesele haritaların yeniden çizilmesi değil, yıllardır halkına zulmeden Esed rejiminin sona erdirilmesi ve adil bir düzenin kurulmasıdır. Dış güçlerin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme çabalarına karşı direnç göstermek, Suriye’nin geleceği için kritik bir öneme sahiptir. Adil bir düzenin inşası yalnızca fiziksel sınırların ötesinde, ideolojik ve politik bir dönüşümle mümkün olacaktır. Bu dönüşüm, dayatılan yapay sınırların parçalanmasını ve halkların tarihsel bağlarını merkeze alarak, halkların özgürlüklerini güvence altına alacak bir düzenin kurulmasını zorunlu kılmaktadır.

Suriye’nin, 100 yıl önce olduğu gibi yeniden parçalara ayrılması kabul edilemez. Halep halkı, Suriye’nin tamamının gerçek sahibi olarak ulusal birliği savunmalı ve bu birliği korumalıdır. Haritaları parçalayarak bir kısmını YPG’ye, bir kısmını Rusya’ya, bir kısmını Nusayrilere veya başka güçlere tahsis etmek, ne insani ne de siyasi açıdan kalıcı bir çözüm sunabilir. Suriye’nin bütünlüğü, yalnızca bölgesel barışın değil, küresel istikrarın da temel taşlarındandır. Bu nedenle, Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları kadar önemli bir önceliktir. Türkiye, tarihsel ve bölgesel sorumluluğunun bilinciyle, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmakta ve bölgedeki istikrarı sağlamak için çaba göstermektedir. Bu, yalnızca jeopolitik bir gereklilik değil, aynı zamanda bölge halklarının ortak kaderini koruma adına bir sorumluluktur.

2011’den bu yana Halep’in nüfusunun üçte ikisi, 13 yıldır evlerinden uzakta yaşamaktadır. Benzer şekilde, Suriye halkının yarısından fazlası, zalim bir rejim altında yaşam mücadelesi vermektedir. Bu trajedi, sadece Halep’in değil, tüm Suriye’nin yaşadığı büyük insani krizin bir parçasıdır. Eğer bu trajediyi, yalnızca Google Maps’te değişen haritalar üzerinden unutursak, yakın gelecekte yeni bir harita krizinin ortaya çıkacağını kabul etmemiz gerekmektedir.


VİCDAN REHBERİ TÜRKİYE

Ne yazık ki, Filistin meselesinde olduğu gibi, Suriye’nin kaderine dair uluslararası toplumun duyarsızlığı ve Esed’in kimyasal silah kullanımına karşı alınan tavırsızlık, bölgedeki trajedinin devam etmesine zemin hazırlamaktadır. Türkiye dışında hiçbir güç, Suriye’deki insani krizi çözmeye yönelik anlamlı bir adım atmamıştır. Uluslararası toplumun büyük bir bölümü, Suriye’deki zulme kayıtsız kalarak dolaylı yoldan bu krizin derinleşmesine katkıda bulunmuştur. Bu durum, Suriye halkını yalnızca baskıcı bir rejimin değil, aynı zamanda uluslararası duyarsızlığın yükünü taşımaya mecbur bırakmıştır.

Bugün, bölgedeki haritalar değişse de, Suriyelilerin yanında durmanın anlamı yalnızca fiziksel sınırların ötesinde, insani değerler ve tarihsel bağlar temelinde şekillenmektedir. Türkiye, bu bağlamda sadece sınırların değil, 1000 yılı aşkın bir süredir birlikte yaşadığı kardeş halkların hak ve özgürlüklerinin yanında durmayı tercih etmektedir. Bu duruş, Türkiye’nin tarihsel sorumluluğunun ve insani krizlere yönelik çözüm odaklı yaklaşımının en somut göstergesidir. Türkiye’nin bu pozisyonu, yalnızca bölgesel bir liderlik değil, aynı zamanda adaletin ve insani değerlerin savunulmasında örnek bir duruş teşkil etmektedir.

Orta Doğu’nun geleceği, haritaların yeniden çizilmesinden değil, halkların haklarının, özgürlüklerinin ve insani değerlerinin merkeze alındığı bir düzenin inşasından geçmektedir. Bu gerçeği, Üstad Sezai Karakoç’un şu sözleri güçlü bir şekilde vurgulamaktadır: “Hatay Suriyelilerindir. Diyarbakır, Konya, İstanbul Suriyelilerindir. Tıpkı Halep’in, Şam’ın bizim şehirlerimiz olduğu gibi.” Bu anlayış, halkların kardeşlik temelinde birleşmesini ve dayatılan yapay sınırların parçalanmasını gerektirir. Emperyalist ve sömürgeci güçlerin Orta Doğu üzerindeki çıkarlarının sona ermesi, kalıcı barışın önündeki en büyük engelin kaldırılması anlamına gelecektir. Türkiye, bu süreçte vicdan rehberi olarak üstleneceği rol sayesinde yalnızca bölgesel barışa değil, küresel adalete de önemli katkılarda bulunabilir.

Bugün, Suriye’nin geleceği sadece fiziksel sınırlarla değil, aynı zamanda halkların özgürlüklerini, haklarını ve insani değerlerini koruma sorumluluğuyla şekillenecektir. Bu süreçte, Türk ordusunun yeni kurulacak Suriye devletinin istikrarı için Suriyeli kardeşlerinin yanında yer alması büyük bir öneme sahiptir. Türk ordusunun desteği, sadece Suriye’nin iç istikrarı için değil, aynı zamanda bölgesel barışın tesisi için de belirleyici bir rol oynamaktadır. Suriye’nin geleceği, yalnızca Suriyelilerin değil, tüm Orta Doğu halklarının barış içinde bir arada yaşayabileceği bir ortamın oluşturulmasına hizmet edecektir.

Türk ordusunun bu süreçteki rolü, dış müdahalelerin ve bölgesel çatışmaların önlenmesinin yanı sıra, bölgedeki diğer aktörlerle dengeleri gözeterek, kalıcı bir güven ortamı oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. Suriye’nin istikrarı, sadece bölgedeki değil, küresel ölçekte de güvenliğin sağlanması için kritik bir adımdır. Bu nedenle, Türkiye’nin aktif rolü, sadece bölgesel değil, küresel güvenliğin sağlanmasında da önemli bir stratejik adımdır. Suriye’nin yeniden inşa edilmesi, halkların özgürlükleri ve haklarının güvence altına alındığı bir ortam da Türk ordusunun desteğiyle sağlanabilir.


Somali-Etiyopya: Alemin sığınağı Türkiye:

İyiler ölmez

Tarihin yanlış tarafında yer almak

Читайте на 123ru.net