Beyin çürümesi
Beyzanur Yılmaz - Eğitimci – İlahiyatçı Yazar
Geçtiğimiz günlerde yapılan paylaşımda, Oxford Üniversitesi tarafından hazırlanan ve 37 bin kişinin oy kullandığı altı kelimenin yer aldığı anket sonucuna göre 2024 yılının kelimesinin brain rot yani beyin çürümesi olarak açıklandığını okuduk. Bu tabir, özellikle çevrimiçi içeriklerin aşırı ve sürekli tüketimi sonucunda kişinin zihinsel veya entelektüel durumunun bozulması olarak tanımlanıyor. Oxford Üniversitesi uzmanları beyin çürümesi teriminin kullanım sıklığının 2023 ve 2024 yılları arasında yüzde 230 arttığını belirtirken, bu ifadenin son bir yılda birçok sosyal medya platformunda özellikle Z ve Alfa kuşakları tarafından sık kullanıldığı ve beraberinde medyada da yaygınlaştığını ifade ediyor.
Peki bu kadar çok telaffuz edilen bu “beyin çürümesi” tabiri nereden geliyor? Kelimenin kökeni 19. yüzyıldaki bir eserde karşımıza çıkmakta. İlk defa 1854 yılında Henry David Thoreau’nun “Walden ya da Ormanda Yaşam” adlı kitabında kullanılmış. Yazarın bu terimi seçme sebebi ise toplumun kompleks düşüncelerden uzaklaşarak basitlik yanlısı bir yaklaşım benimsemesini eleştirmek. Oxford’un ise yılın kelimesi olarak seçtiği bu kelime, kalitesinin düşük olduğu birçok içeriğin yer aldığı sosyal medyanın olumsuz getirilerini anlamak adına bizlere sinyal verme amacını güdüyor. Asıl mesele ise ruhların deformasyonu…
RUHSAL DEFORMASYON
Bilişsel dünyamız, hayatımızdaki birçok duygu ve davranışın ortaya çıkmasında bu sürecin zeminini oluşturuyor. Bu anlamda çoğunlukla bilişsel onay ve kararlarımız ile yürüttüğümüz bu düzenin ruha yansıyan tarafı da es geçilmemesi gereken önemli bir nokta. Bizler belirtilen tabirle beynimizi çürütme yoluna girerken aynı zamanda ruhumuza da büyük hasarlar verdiğimizin farkında olamayabiliyoruz. Ruh somatik reaksiyonlar ve bilişsel eylemlerden etkilenen hassas ve narin bir yapıya sahip. Dolayısıyla hayattaki anlam arayışı ve var olan boşlukları giderme çabası da bu etkilere göre şekillenerek çeşitli tezahürler ile kendini gösterebilmekte. Değeri olmayan ve kişiye anlamlı hiçbir getiride bulunmayan içerikler ile zihni doldurarak yaşamak, bir süre sonra ruh deformasyonunu, hayata karşı duygusuz ve boş bir çerçeveden bakışı da oluşturabilme ihtimalini barındırıyor. Nitekim güncel hayatta birçok psikolojik rahatsızlığın ruhsal bunalım ile tezahür ettiği de gördüğümüz bir gerçek. Zihnimizi ne kadar çok faydalı ve verimli bir işlevde çalıştırır ve kullanırsak ruhumuz ve bedenimiz de bir o kadar kaliteli ve sağlıklı olma yolunda tepkime göstermekte.
KİRLİLİĞE ALIŞINCA GÜZELLİKLER ZUHUR ETMEZ
Değerli hocalarımızdan Prof. Dr. Sadettin Ökten’in konuya uygun bir konuşmasını derleyerek aktarmak istiyorum: Olabildiğince hayata seçerek yaklaşmamız, iletişim devriminin sunduğu imkanların üzerinde fazla durmamız gerekiyor. Aksi halde zamanı ve varlığı yitirmek ve kaybolmak çok kolay oluyor. Sosyal mecrada fazla zaman harcayarak rasyonalist ve egoist aklın kurguladığı o dünyanın içerisinde hapsolduğumuzun farkında değiliz. Bu kaybolma hali, şahsiyetimizi, inanç ve eylem bütünlüğümüzü feci şekilde zedeliyor. Bu çılgın şekilde akan nehrin kenarında durabilirsek kalbimizi kirlenmekten kurtarabiliriz. Bu akıntıya kapıldığımız takdirde ise önce göz, sonra zihin ve en sonunda kalbimiz ve ruhumuz kirleniyor. İnsan şerefi ile mütenasip olmayan her şey gözden ve kulaktan geçerek kalbimize intikal ediyor ve en nihayetinde o kirliliğe alışılıyor. O kötü kokulara, kirliliğe alışıldığında ise güzellikler görülmeyip, hayatımızda zuhur etmiyor..
Beyin çürümesine maruz kalmadan ruhumuzu güzellikler içerisinde muhafaza edebilmek ümidi ile…