World News in Turkish

Murat Ülker'den Off-Road tutkunlarına yeni rota: Doğanın izinde yoldan çıkmak

Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, kişisel internet sitesinde 'Doğanın izinde yoldan çıkmak' başlıklı yeni yazısını kaleme aldı.

Murat Ülker, yazısında şu ifadelere yer verdi;

Bir gençlik hevesi değil bu off-road tutkusu demiştim. İşte güncel örnek, hemen İstanbul’un Anadolu yakasında arka bahçesi sayılan bir Beykoz macerası; ben üç kere battım, sağ olsun Samet çekti çıkardı. Samet ile holdingde çalışma arkadaşıyız, ama artık yoldan çıkan da iki arkadaşız. O bu işi benden daha ustaca, profesyonelce yapıyor. Samet ile ikinci gezimiz, yöremizin ulu dağlarından birine Bolu Dağı ve Abant’a oldu. Şanslıydık, yolda başlayan kar yağışı 48 saat devam etti, diz boyunu aşkın kar yağdı.


Daha tanışmadık ama off-road kulübü ile de tanışacağız. Size bu iki geziden bahisle kısa bir metin ve video derledim. Ama takdir edersiniz ki, esas işimiz sürmek, video prodüksiyonu değil!


Yine demiştim tarihte kalmış eski off road anılarımdan da bir potpuri yazacağım. Ama yazabilirim ancak, bu sosyal medya devrinde ne kadar aktarabilirim, bilemiyorum.


1990 öncesiydi, çikolata rengi bir Range Rover’ım vardı. İkinci el almıştım, sık tamir gerektirirdi. Ama o bir Range idi. Ne maceralar yaşamıştık beraber. O zaman pek off-road parkuruna ihtiyaç yoktu. Zaten normal yolların bir kısmının tabi hali öyle idi. Mesela senenin büyük kısmında çırpıcı deresi taşar, Topkapı’da yol su altında kalırdı. Keza Anadolu yakasında Küçüksu deresinin de aşağı kalır tarafı yoktu. Hatta bir keresinde Küçüksu’dan Cherokee ciple ön cama kadar yükselen suyun içinden geçip çıkmıştım. Herhalde kaputun altında sıkışan havanın yardımıyla kısa bir süre motora su giremeden geçmiştim. Yine o zamanlar artık hafriyat yapılmayan Bakırköy’deki çimento fabrikası sahası fevkalade bir off-road sahasıydı. Tabii kaçak sürüş yapılırdı, ama izin alacak olsak kimden alacaktık ki. Bir inişi ilk defa denemek, hem de yalnız olarak riskliydi, ama zevkliydi çok. Aydos dağına tırmanışımı da hatırlarım. Gazı kökleyip çıkmıştık, değil ev, yol bile yoktu. Bir keresinde de Karaburun tepelerinde batmıştık. Değişik bir toprak yapısı vardı, bayırdı, çayırdı derken tamamen gömüldük. Şükür ki iki kişiydik, diğer arkadaşım hava kararmış bile olsa gidip sahil muhafazadan bir ekiple getirmişti de onlar kamyonları ile bizi çıkarmışlardı. Hiç unutmam kaptanın elinde düdükle direktifler verişini.


Daha önce yazmış mıydım, hatırlamıyorum. Rahmetli büyük dayım askerde süvari imiş. Çok severdi, atları ve biniciliği; tekaüt yarış beygirleri vardı, Beylerbeyi’nde Kuran kursunun yanında bir müştemilat ahırda. Biner gezerdik, daha 1. Köprü yapılmamıştı Boğaziçi’nde. Şimdi Swissotel’in olduğu yerde eskiden 70li yıllarda Taşlık Gazinosu vardı. Ama öncesinde çayırdı, arabası olanlar seyre gelirdi. Hani şimdi otelin terasına park etmiş gibisiniz. Tüm bunları o yıllardaki İstanbul farklıydı çok demek için anlattım. Şimdi soracaksınız, sen ehliyeti ne zaman aldın diye, 1976. Ama öncesinde de çoğunlukla yandaki koltukta olurdum.


İkinci köprü çevre yolları inşası esnasında ise ham yollar hem kısa bir alternatif güzergah hem de off road şansımızdı. Bir siyah Jeep’im vardı, avantajdı zira köylüler kaymakam bey gelmiş derken, yol şantiyesindekiler vardır bir hikmeti deyip ilişmezlerdi.


Yıllar sonra geçen Samet ile beraber ekte videolarını gördüğünüz turu Beykoz’da gerçekleştirdik. Çamura’da battık iki kere, gerçi yağmıyordu. Samet ismiyle müsemma (Arapça “hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin kendisine muhtaç olduğu yüce varlık.”) çekti çıkardı. Hopladık, dibini sürttük, velhasıl çok yürek hoplatan değil ama güzel bir günübirlik macera oldu.


Hemen akabinde birkaç arkadaş beraber Abant’ta şükür anayol kapanmadan önce ulaşmıştık, Bi Abant Masalı otelinde güzel iki gece geçirdik. Yine vidyolar çektim, ama bu sefer yolda filan kalmadık, zira copilot eşimdi. O bana hatırlatır yolda nazikçe, hani peygamber hanımının üzerinde olduğu deveyi yularından çekip süren arkadaşına “hey Enzile şişelere dikkat et, kırılmasın” diye uyarırmış. Neyse ben vidyoları ekliyorum, yorum sizden.


Bu ilk Bolu seferimiz değil, her sene güz yapraklarını seyre ve sonra mutlaka karda sürüşe gidiyorum. Bu vidyolar da önceki seferlerden…


Tabii off-road sadece yurtiçi olmuyor. Mesela Afrika safarileri doğası icabı off-road. Toyota rakipsizdir Afrika’da çünkü hem ucuz hem hep aynı model, hem basit ve dayanıklı, hem de kolayca birkaç kaynakla istenen ekipman, safari oturma düzeni monte edilebiliyor; ön cam tamamen yatıyor, işte bu bambaşka bir sürüş zevki veriyor. Bazen sürücü yanı koltuk, ama çoğu zaman arkada ayakta kalmaya çalışarak serbest pozisyonda çok zevkli oluyor, inanın sürmekten zevkli!


Birkaç anı: – Toyota’nın kasasında giderken bir ulu ağaç gördüm, kol kadar şeyler sarkıyordu. Sosis ağacı dediler ve altına doğru sürdük, çok ilginçti meyveleri dev sosisler gibiydi, hatta bir fransız baget ekmek somunuydu diyebilirim. Ama esas sürpriz, ağacın kalın dalları üzerinde yatan iki kocaman leopardı. Şükür mahcup ve çekingen hayvanlar, yavaşça süzülüp hayalet gibi uzaklaştılar. – Tanzanya, Selou bölgesinde nehrin deltasında iki metrelik otlar arasındaki safari de unutulmaz bir off-road anısıydı benim için; yol olmadığı gibi, toprakta mı ilerlediğimiz sanısı sadece şoförün hafızasına kalmıştı. Otların içinden fırlayan çeşitli manda ve sair hayvanlar da cabası idi. – Yine nehir kıyısında gece yüksek otların arasında yol alırken şoför çok korktuğunu söyledi ve otlardaki bazı ezilerek açılmış yarıkları işaret etti. Sanki kesişen yollardı, kim geçmiş olabilirdi bizden önce. Bir başka vasıta ise zifiri karanlıkta ışıklarını görürdük. Yok yola diklemesine geçen su aygırlarıymış. Asla durmaz, dönmez, yön değiştirmezlermiş. Şayet denk gelirse sizin cipe yandan süratle bir kamyon çarpmış gibi olurmuş ki geçen olmuş. Peki biz neden o gece oradan geçiyorduk, bunu sormak için çok geçti. Neyse denk gelmedi. – Bir de savanada süratle yol alırken birden arabanız o anda açılan bir çukura düşer. Bu domuzların gecelemek için toprak altına yanlamasına açtıkları dehlizlerdir. Girişini görseniz bile ne yöne ilerlediğini bilemezsiniz ve aracın ağırlığına dayanmayan Toprak çöker ve size özel bir tuzak oluşur. Hızla gitmek zorundasınız, çünkü teker düşene kadar çukuru aşmalı, yoksa saplanırsınız. Ama siz oturuyorsanız belki bir metre havaya fırlarsınız, iyi ki araçların üstü açık.


Buzda sürüş zevki ayrıdır. Bu off-road mu tartışılır. Ama yol yok ki buzda on-road olsun. Ne yazık ki pek görsel materyal yok elimde. Fakat 2012Yılı28-29 Ocakta Ferrari davet etmişti bizi İsviçre St. Moritz havaalanı civarında Ferrari’nin 4×4 maharetlerini göstermek için. Hatırlıyorum, iki elimle tutunmama rağmen yine de arabanın kapısına varana kadar düşmemek zordu, öyle parlamıştı buz!

Ama arabaların performansı çok üstündü. İlk gün öğrenme ve alıştırma ile geçti. Çok eşsiz bir tecrübeydi. Ertesi gün çok ender bir şey yaptım. Hava güneşli, otel ormanın içinde, manzara şahaneydi, kaytardım. Yahya’yı gönderdim, kupayı alıp geldi, akşama.

Yine bir başka buzda sürüş deneyimi ise off-road olmaktan uzak buzda ralli idi. 19 şubat 2011 tarihinde, Södra Lötsjön’da yapmıştık. Ama derim ki klavye parmaklarımın altında iken yazıvereyim, istemeyen okumaz zaten.

Bu yirmi yıllık hikayeyi rica ettim yol arkadaşım Nafez Zaza yazıverdi: Hayatımızda bazı anlar vardır ki, üzerimizde silinmez bir iz bırakır ve bu anılar, değer verdiklerimizle—çocuklarımızla, torunlarımızla, yakın dostlarımızla—paylaştığımız kıymetli hazinelere dönüşür.


İşte İsveç’te buz üzerinde yarışmak da benim için böyle unutulmaz bir deneyimdi; değerli dostum ve rehberim Murat Ülker ile paylaştığım bir macera.


Murat Bey ile daha önce İspanya’daki Ascari pistlerinde hızın tadını çıkarmış, Hürmüz Boğazı’nda yarış tekneleriyle dalgaları yarıp geçmiş ve macera peşinde Belucistan’ın yüksek zirvelerine tırmanmıştık. Ancak 2011 yılının o soğuk Ocak günü, kısa bir mola verdiğimiz sırada, Murat Bey aklımıza daha önce hiç gelmemiş, sıra dışı bir şeyler yapmak için yeni bir öneride bulundu.


Aklıma hemen İsveç’te buz yarışları geldi; kalp atışlarını hızlandıran bir maceranın Kuzey’in buz gibi güzelliğiyle buluştuğu bir deneyim. Murat Bey’in macera dolu ruhunu düşününce bu fikri önerdim ve kısa sürede İngiliz şirket “Extreme Rally”nin İsveç Lapland’ındaki donmuş bir göl üzerinde düzenlediği Kış Sürüş Okulu’nu keşfettik. Aşağıdaki vidyoda onların hesaplarından bir derleme biraz aklınızda netleşmesi için ekliyorum:

İşte böylece, nesilden nesile anlatılacak unutulmaz bir hikayenin temelleri atılmış oldu.


11 Şubat 2011 öğleden sonra maceramız, Oslo Gardermoen Havalimanı’na inişimizle başladı. Yaklaşık iki saat süren bir yolculuğun ardından İsveç’in Laponya bölgesindeki Jokkmokk adlı büyüleyici kasabaya ulaştık. Şirin bir otelde konaklayarak geyik ve geyik eti gibi yerel lezzetlerin tadını çıkardık ve ertesi gün bizi bekleyen heyecana hazırlandık.


Sabah olduğunda, Extreme Rally ekibinden biri bizi buz yarışlarının düzenlendiği yere götürdü. Göz alabildiğine uzanan donmuş bir gölde, çeşitli yarış parkurları özenle hazırlanmıştı. Heyecanla dolup taşarken, her birimize bir eğitmen eşlik etti ve ya bir Mitsubishi Lancer Evolution ya da Subaru Impreza WRX’in anahtarları teslim edildi. İlk başta biraz hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim; buzda sürüş için özel tasarlanmış güçlü araçlar hayal etmiştim. Dahası, bu araçlar sağdan direksiyonlu ve manuel vitesliydi, bu da vites değiştirirken sol elimizi kullanmamız gerektiği anlamına geliyordu.


Ama yanılmışım! Buz üzerinde birkaç tur attıktan sonra bu araçların performansına hayran kaldım. Eğitmenlerimiz, kaygan zeminde ustalaşmamızı sağlayacak değerli teknikler paylaşmaya başladılar.

• Araba kaymaya başladığında, içgüdülerimize karşı gelerek kayma yönüne doğru direksiyonu çevirmemiz gerekiyordu.

• Panikle frene asılmaktan kaçınmak şarttı; bu sadece lastiklerin altında buz birikmesine neden olur ve kontrolü kaybetmemize yol açardı. Bunun yerine, frene hafifçe dokunup bırakmak daha etkiliydi.

• Frenleri kullanarak arabanın burnunu istediğimiz yöne çevirebileceğimizi öğrenmek tam bir aydınlanma anıydı.


Bu teknikleri öğrenip pratiğe dökmeye başladıkça, buz üzerinde sürüşün ne kadar heyecan verici olabileceğini anladım. Ancak eski alışkanlıklarımdan kurtulmam kolay olmadı; her virajda eğitmenimin “Daha hızlı! Daha cesur ol!” diye bağırması, adrenalin seviyemi daha da yükseltti.


Ara verdiğimizde, ekibin kurduğu, içinde açık ateş yanan bir igloda şöminenin keyfini çıkararak kahve, sıcak çikolata ve çay eşliğinde sohbet ettik. Eğitmenlerden gelen geri bildirimlerle yeniden motive olduk ve Murat Bey’in enerjisiyle tekrar piste döndük.


Öğleden sonra hız ve kontrol gerektiren yeni bir teknik öğrendik: Arabanın burnunu göl kenarına neredeyse yapıştırarak saat ibresi gibi dönme çalışmaları. Eğitmenler olmadan dar virajlarda hızla ilerlemek bize eşsiz bir özgüven kazandırdı. Tabii ki arkadaşlar arasında rekabet kaçınılmazdı! Murat Bey her zamanki rekabetçi ruhuyla herkesi geride bıraktı—tam da ondan beklenecek bir hareket!


Saatler süren heyecanın ardından otele döndüğümüzde, bir kez daha geyik ve geyik eti gibi yerel lezzetlerin tadını çıkararak günü değerlendirdik. Ancak bugün elimizde bir eksik var: tüm video ve fotoğraflar kayboldu. Yine de, anılarımız canlı ve güçlü; her dönüşü, her anı yeniden hatırlamak hala mümkün.


Bu unutulmaz günü mümkün kıldığı için Murat Bey’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Paylaştığımız bu özel anları asla unutmayacağım”

Читайте на 123ru.net