10’ların İzleriyle Türkiye (93)

10’ların İzleriyle Türkiye (93)

Her geçen saat, Rumların inme bölgesine atmış oldukları havan mermisini o nispette arttırıyor, adeta mermi yağmuruna tutuluyorduk. Bir an önce bu ateş baskısından kurtulmalı bir an önce taburumuzla bir araya gelmeliydik. Aradan çok kısa bir süre geçmişti ki, Beşparmak Dağlarının tam ortasından çelik kanatlı, aslan yürekli pilotlarımızın ay yıldızlı uçaklarımızla, inme bölgesini ateş yağmuruna tutan Rum havanları ve topçusunun üzerine dalışa geçmeleri, bir kartal misali çelik pençeleri ile onları lime, lime etmeleriyle biraz olsun rahat bir nefes almıştık.

"Bir tek düşüncemiz vardı! Toparlanmak ve bir an önce Kıbrıs Türk Halkını, Rum'un mezaliminden kurtarmak…"

Adaya indiğimizden beri geçen saatler her birimizi sanki on yaş birden ihtiyarlatmış, eski bir savaşçı gibi olmuştuk. Tüm heyecanlar, olumsuz düşünceler geride kalmıştı. Artık düşündüğümüz yegâne şey; görevimizi başarıyla yerine getirerek, Kıbrıs Türk Halkını Rum'un zulmünden, topluca katletmelerinden kurtarmak ve askerlerimizin bir tanesinin dahi burnu kanamadan yurda geri dönebilmekti tek isteğimiz.

 Ama daha yapacak çok işimiz vardı…

Bir taraftan temmuz sıcağı; diğer yandan alev, alev yanan saman balyaları, yaşarken cehennem ateşini görmek böyle bir şey olmalıydı diye düşündüm bir an!

Düşmanın bütün kini; topçu, havan ve uçaksavar mermileri halinde üstümüze çökmüştü.

"Sabır ver Allahım, güç ver bizlere,"diye mırıldanırken;

100 m kadar ilerimize yine bir grup havan mermisi düştü. Ölümün görüntüsü ve sesi yanı başımızdaydı sanki! Derhal içinde bulunduğumuz tarlanın zeminine tam siper yaptık…

( Bu bölümde anlatacağım aşağıdaki kahramanlık öyküsü: Milletimizin gözbebeği Mehmetçiğin vatanına, bayrağına, görevine olan sadakatinin ve iman gücünün savaş meydanına yansımasıdır…)Bu gerçeğe tanıklık yapan aynı zaman dilimi ve mekânında olan ben; böylesine yiğit ve temiz yürekli bir askere komutanlık yaptığım için bahtiyarım.

Aşağıda bizzat tanıklık ettiğim bu gerçek savaş öyküsü, Kıbrıs Harekâtından sonra ülkemizde mevut Liselerimizde 2012 yılına kadar okutulan Milli Güvenlik ders kitaplarında, bir savaş anısı olarak yer almış ve gençlerimizin bilgisine sunulmuştur.

Ancak 2012 yılında AKP iktidarının Milli Eğitim Bakanlığı uygulamaları çerçevesinde, Milli Güvenlik dersinin Liselerimizden kaldırılmasıyla birlikte! Ne yazık ki, yakın siyasi tarihimizde yaşanan Kıbrıs Savaşlarında bu ve buna benzer nice kahramanlık destanı, bilgi hazinemizin dışına itilmiştir.

Ama zafer meydanlarına kazınan bu gerçekler, tarihimize altın harflerle yazılmış olup, hiçbir güç bu gerçekleri değiştiremeyecektir…

Harekât bölgesine, Piyade Kıdemli Yüzbaşı Süha Baykara ile birlikte aynı helikopterle gelmiştik. Bulunduğumuz tarlaya düşmanın havan ve topçu mermileri düşmeye başladığında, yine aynı helikopterden inen, Siirt'in Şırnak ilçesinden (o tarihte Şırnak henüz il olmamıştı.) Er Salih Kabul, mermilerin savurduğu toz yığınları arasından toprağa gömülmüş gibiydi…

Yüzbaşım, ben ve tabur doktorumuz Üsteğmen Taner Göde, o istikamete doğru fırladık.

Mehmetçiğin kızgın güneşten kavrulan sakallı yüzü, yeşilimsi bir renk almış, tebessüm eder gibiydi. Gözlerinin canlılığı kaybolmamıştı. Sağ bacağı hemen dizinin altından kopmuş, bir karış kemik parçası, kopuk dizinin ucunda duruyordu. Sağ eliyle potininin içinde kanlı et yığını gibi duran kopuk bacağını sımsıkı tutuyordu. Kopuk bacaktan fışkıran kutsal temiz kanı, toprakta köpürüp fokurduyordu.

Doktor ilk müdahaleyi yaptığı sırada ben ve Yüzbaşım, telaşla emirler veriyor, bir araç bulunmasını istiyorduk.  Bu sırada Salih başını kaldırdı ve yaşaran gözlerimize bakarak:

"Niçin telaş ediyon gomutanım? Gözlerinizdeki yaşlar niye ki? Anamız bizi bugünler için doğurmadı mı? Hele bir cigara verin ," diye mırıldandı ve tekrar bayıldı.

Hiçbir şey söyleyemedim, dudaklarımı öylesine ısırmışım ki, az sonra yanımdaki er:"Komutanım, ağzınızdan kan geliyor, bir şey mi oldu?"dedi. "Hayır" diyebildim. Çünkü o kan, ağzımdan değil, paramparça olan yüreğimden geliyordu…

Kahraman Salih'i, mücahitlerimizin civardan temin ettikleri Land-Rover marka bir ambulansa, bulunduğumuz bölgeye bir kâbus gibi çöken Rum topçu ve havan ateşine rağmen süratle yükledik. Artık onun yaşayabilmesi, zamanın ve kaderin insafına kalmıştı! Araç, boğaz bölgesinde kurulan sahra hastanesine giderken, üzerindeki Kızılay bayrağına rağmen, Rumlar tarafından aracın vurulması için açılan uçaksavar ve makineli tüfek ateşini büyük bir üzüntü ile izledik…

Devam edecek...

Читайте на 123ru.net